UA-56156696-1 expr:class='"loading" + data:blog.mobileClass'>

28 Kasım 2017 Salı

Haydi masalların peşinden gidelim!


Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur saman içinde develer tellal iken, pireler berber iken, ben annemin beşiğini tıngır mıngır sallar iken...

Dünyalar tatlısı bir masal anlatıcısından bahsedeceğim bu yazımda.. Judith Malika Liberman..1978 Paris doğumlu. Paris'de Sorbonne Üniversitesi  Dil bilimleri bölümünde master, ABD'de Pomona Üniversitesi’nde tiyatro, Paris Konservatuvarı’nda anlatıcılık eğitimi almış.

14 yaşından bu yana masal anlatıyor, Judith dünyanın duyduğu hikayeler değişirse, dünyanın da değişebileceğine inanıyor. 11 ay için geldiği Türkiye'de 14 yıldır yaşıyor. Tatlı Türkçesiyle bize bizim toprakların hikayelerini anlatıyor, aşıklar, meddahlar gibi.. Bizi evrenin sınırlarında gezdiriyor, hiç gitmediğimiz evlere misafir oluyor, yollarda yürüyoruz.

Benim Judith'le tanışmam biraz geç oldu, geçtiğimiz eylül ayında  CNN Türk'de Deniz Bayramoğlu'nun sunduğu "Gündem Özel" programına konuk olarak katılmıştı, orda tanıdım ve tatlı tatlı konuşmasına hayran oldum, bütün videolarını izledim. Sonra da bu yazıma konu olan "Masal Terapi" ile tanıştım.

Bazen yolumuzu kaybediyoruz ya işte öyle anlarda bize yolumuzu yeniden hatırlatacak, özümüze döndürecek yeni tabirle bizi fabrika ayarlarına döndürecek bir şeylere ihtiyacımız oluyor. İşte tam da öyle zamanlarda işe yarayacak "Masal Terapi".. Judith Liberman bunu iyileşme oyunu olarak nitelendiriyor. Bırak masallar sana rehberlik etsin, seni iyileştirsin ve dönüştürsün..

Ufak da bir tavsiyem var, masalları önce siz okuyun, içselleştirin, değiştirin, farklı yorumlayın. Sonra çocuklara anlatın. Çocuklar bu konuda size yol gösterirler, yeterki onlara kulak verin.

Masallar söz konusu olduğunda hep o soru aklımıza gelir ya masallar sadece çocuklar için midir? Yetişkinlerin ihtiyacı yok mudur zihinlerinin sınırlarını zorlamaya?

Çocukların hayal dünyasına bakın, hayatının ilk yıllarındaki monolog oyunlarını düşünün. Tek başına nasıl da başarıyorlar oynamayı, mutlu olmayı. Hayal güçlerini nasıl zorluyorlar. Halbuki çevresi belli, yaşadığı ortam belli. Biz yetişkinlerin dünyasına göre daha kısır bir alanda yaşıyorlar. Ama ne oluyor da aklınız hayaliniz almıyor sözlerini. Çünkü izin veriyorlar kendilerine, kısıtlamıyorlar kendilerini. Soru soruyorlar sürekli, merak ediyorlar, araştırıyorlar, keşfediyorlar, en önemlisi de öğrenmek istiyorlar. Bitmek tükenmek bilmeyen enerjileri var. Sonra neler oluyor da bu hayal güçleri tektipleşiyor. Sanki tüm çocuklar aynı fabrikadan çıkmış aynı ürünlere dönüşüyorlar. Benzersiz yetenekleri olan çocuklar aynı sınavlara tabi tutulup hayal güçlerini kaybediyorlar ne olacak.

Sorumuza geri dönelim. Sadece çocuklar için mi masallar, hayır bizim de masallara ihtiyacımız var. Hatta en çok bizim ihtiyacımız var. Yoksa o yaratıcı fikirler nereden çıkacak..Hayal gücümüzü küçümsemeyelim, hele hele bizim bakmadığımız yerden hayata bakanlara "Bana masal anlatma!" demeyelim.

Judith Liberman'ın  "Kahramanın Yolculuğu" isimli TED konuşmasınu buradan izleyebilirsiniz.

Umarım en yakın zamanda bu tatlı dilli kadından canlı canlı masal dinlerim. Sevgiyle kalın...


27 Kasım 2017 Pazartesi

Çift Fonksiyonlu Derin Dondurucu

                                                       
İlk önce çift fonksiyonlu derin dondurucunun ne demek olduğu ile başlayalım, zira ilk duyduğumda ne anlama geldiğini ben de anlayamamıştım. Klasik derin dondurucular sadece “derin dondurma” yapıyor, yani içlerindeki tüm gıda ve besinleri -16 / -24 arasındaki bir sıcaklıkta depoluyor. Bunun avantajı, bu sıcaklıkta hemen tüm besinlerin kullanım ömürlerinin son derece uzun olması. Yani yazın dondurduğunuz bir gıdayı, kışın ilk günkü tazeliği ile tüketebiliyorsunuz. Ancak derin dondurma uzun süreli bir çözüm ve kısa sürede tüketmeniz gereken gıdalar için yeterince pratik değil. Aynı şekilde, su oranı yüksek besinler (karpuz, üzüm, vs.) derin dondurma işlemi için pek uygun değil, zira içlerindeki su kristalleşiyor ve gıdanın lezzeti bundan etkileniyor. Bu türden gıdalar için derin dondurucu değil, “soğutucu” kullanmak gerekiyor.

İşte çift fonksiyonlu derin dondurucu modelleri, tam olarak bu işe yarıyor. İstediğiniz zaman soğutma, istediğiniz zaman da derin dondurma yapıyorlar. Bu yüzden, kelimenin tam anlamıyla her besin türü ve her depolama amacı için uygunlar. Ancak, piyasada kaliteli bir çift fonksiyonlu derin dondurucu modeli bulmak oldukça zor. İşte bu nedenle uzun araştırmalardan sonra Uğur Soğutma’ya ait UED 7246 DTK modelinde karar kıldım. Uğur Soğutma’nın bu sektörde 60 yılı aşkın bir deneyimi var ve gerçeği söylemek gerekirse, kayda değer bir rakibi de bulunmuyor. Nitekim UED 7246 DTK’yı birkaç aydan bu yana kullanıyorum ve son derece memnun kaldığımı rahatlıkla söyleyebilirim.

Her şeyden önce, bu bir dikey derin dondurucu model. Yani görünüm ve kullanım olarak klasik buzdolaplarına benziyor. 261 litre brüt iç hacmi var ve en kalabalık aileler için bile fazlasıyla yeterli. Derin dondurma, soğutma ve sıfır derecede saklama özellikleri bulunuyor. Besinlerinizi kullanılan moda göre +3 / -24 sıcaklık aralığında depolayabiliyorsunuz. No frost özelliğine sahip olan çift fonksiyonlu derin dondurucu, aynı zamanda A+ enerji sınıfına ait, yani çok az elektrik harcıyor. Ön kapağı üzerinde bir LED ekran var ve tüm ayarları (kapağını açmaya gerek kalmadan) bu ekranı kullanarak yapabiliyorsunuz. Ben Uğur Soğutma’nın çevrimiçi mağazasını kullanarak satın aldım (https://satis.ugur.com.tr/) ancak Türkiye çapındaki bayilerden de alabilirsiniz. Bir derin dondurucu almaya niyetliyseniz, çift fonksiyonlu bu modele muhakkak bir göz atmanızı öneriyorum, kesinlikle pişman olmazsınız.
Bir boomads advertorial içeriğidir.

24 Kasım 2017 Cuma

Öğretmen olmak, bir cana dokunmak




Bugün Öğretmenler günü.. Bir öğretmen olarak bir şeyler yazmak ve sizlerle paylaşmak istedim. Yazının başlığında saklı zaten bu günün anlamı. Çünkü yaptığınız iş bir cana dokunmak, onu hissetmek. Gözlerinin içindeki ışığın bir parçası olmak. Bana bu duyguyu hissettiren tüm öğrencilerime teşekkür ediyorum. 

Başta başöğretmenimiz Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, babamın, şu ana kadar üzerimde emeği olan tüm öğretmenlerimin, öğrencileri için emek veren, güneş gibi doğan, dokunduğu her şeyi güzelleştiren, soba yakan, duvarları süsleyen, bazen anne, bazen baba, bazen kardeş olan meslektaşlarımın öğretmenler gününü kutluyorum, var olsunlar.

Öğretmenler gününe özel tavsiye kitabım Sayın Doğan Cüceloğlu ve Sayın İrfan Erdoğan'ın yazmış oldukları "Öğretmen olmak, bir cana dokunmak". Sohbet havasında geçen kitapta yeni öğretmenlerin, öğretmen adaylarının epey ders çıkaracağına inanıyorum. Kitapta öğretmen olduğunda kim olmak istersin, öğretmenlik yapan mı yoksa öğretmen olan mı, bu sorunun cevabını veriyorsunuz. Çevrenizdeki öğretmenleri sorguluyorsunuz, kendi kişiliğinizi sorguluyorsunuz. 

Arka Kapak 

Doğan Cüceloğlu ve İrfan Erdoğan, bu kitapta genç fidanları taptaze umutlara dönüştüren öğretmenlerimizi konuşuyorlar. Eğitim ve öğretmenlik hakkında bugüne kadar biriktirdikleri kuramsal, tarihsel ve güncel fikirlerini paylaşmak üzere bir araya gelen Doğan Cüceloğlu ve İrfan Erdoğan, uzun soluklu bir yol arkadaşlığı kurdular. Yaklaşık bir yıla yayılan bir zaman dilimi içinde, sadece İstanbul'da değil, Türkiye'nin çeşitli kentlerinde "öğretmen"i konuştular, tartıştılar ve bütün bu kayıtları, elinizdeki kitabın malzemesini teşkil edecek şekilde düzenlediler. Nihayetinde ortaya çıkan bu eser, eğitim konusunda Türkiye'nin en birikimli düşünürlerinden Doğan Cüceloğlu ve İrfan Erdoğan'ın yalnızca kendi aralarındaki değil, tüm öğretmenlerimizle kurdukları diyalogun bir ürünü olarak görülmelidir. Ve şimdi bu diyalog, kitabın okurlarıyla devam edecek. Öğretmen Olmak, sadece okulda değil, yaşamın her alanında, herkese esin kaynağı olmak isteyenlere..

18 Kasım 2017 Cumartesi

Ben, Malala - Malala Yousafzai



Eğitim hakkını savunduğu için 15 yaşında iken Taliban tarafından vurulan kız Malala. O kendini sıradan bir kız olarak tanımlasa da yüreği ile fikirleri ile o kadar cesur ki. O bir eğitim savunucusu, Nobel barış ödülü sahibi. Bu kitap da işte bu cesaretin kitabı. Haksızlığa maruz kalan ve sonra da susturulan bütün kızlar, sesimizi birlikte duyuracağız diyor kitabında. Eline, yüreğine sağlık Malala.. 

Malala 1997 Pakistan doğumlu. İsmini, babası Ziauddin Yousafzai  bir  Pashtun kahramanı olan Malalai’den esinlenerek koymuş. Ziauddin Bey evlerinin yanında bir okul yönetiyor ve  bir eğitim savunucusu. Ataerkil bir toplumda yetişmesine rağmen kızına destek olmayı başarmış, kızından gururla bahseden sorumluluk sahibi bir baba.

2009 yılında Pakistan'ın kuzey batısında bulunan Swat üzerinde artan Taliban baskıları sonrası Malala, Gül Makai takma adıyla blog yazmaya başlamış, blogda korkularından, her şeye rağmen eğitimine devam etme tutkusundan, okula gidemese bile derslerine büyük bir hevesle çalışmasından bahsediyordu. Babasının okulu tehditler alıyordu, Malala ve babası her şeye rağmen eğitim hakkını savunmaya devam ediyorlardı.

Konu uluslararası basının da dikkatini çekmeyi başarmıştı. Malala 2011 yılında Pakistan’ın ilk gençlik barış ödülünü kazandı. Artık ismi ifşa olmuş ve ölüm fermanı verilmişti. Ekim 2012’de Malala ve kız arkadaşlarını taşıyan servis aracı maskeli ve silahlı kişilerce durduruldu ve saldırgan servise girip ateş açtı. 15 yaşında Malala başı, boynu ve omzundan giren kurşunla vuruldu. Önce yerel hastanede sonra İngiltere Birmingham şehrindeki askeri hastanede tedavi edildi. 11 ay sonra taburcu oldu.

Taliban’ın Malala’yı öldürme teşebbüsü dünya çapında kınandı ve Pakistan’ın her yerinde protesto edildi. Saldırıyı izleyen haftalarda, 2 milyondan fazla kişi eğitim hakkı için bir dilekçe imzaladı ve meclis Pakistan’ın ilk ücretsiz ve zorunlu eğitim kanun tasarısını hızla onayladı.

2014 Nobel Barış Ödülünü Malala aldı. Malala ödülü Hintli çocukların hak ve eğitimlerinin savunucusu Kailash Satyarthi ile beraber kabul etti. Malala $1.1 milyonluk ödülünü de eğitime yönlendirdi ve Pakistan’da kız çocuklarına bir ortaokul yapılması için bağışladı.

Kitabı tavsiye ederim. Özellikle eğitimcilere tavsiyemdir. Öğrencilerinize okutun, bu kitabı tartışın, öğrencilerin şikayet ettikleri şeylerin aslında başka insanların hayali olduğunu göstermenizi dilerim. Ali Şeriati'nin sözlerini de bu noktada paylaşmakta yarar var. "Okuyun, zira mürekkebin akmadığı yerde kan akıyor."

Baba Ziauddin Yousafzai'nin "Kızım Malala" isimli TED konuşmasına buradan ulaşabilirsiniz.

Son cümle ise Malala'dan "Sesimizin değerini ancak susturulduğumuzda anlarız.". Keyifli okumalar.

15 Kasım 2017 Çarşamba

.... başlamadan önce 1000 kitap



Yazının başlığındaki noktalı yeri nasıl dolduralım? Neye başlamadan önce 1000 kitap dersiniz? Üniversiteye? Yüksek lisansa? 60 yaşına? Sizi daha fazla yormak istemiyorum. Ana sınıfına başlamadan önce okunacak 1000 kitap.


Barış Özcan'ın youtube kanalının sıkı takipçilerindenim. Çok donanımlı ve çalışkan. Geçen hafta oğlu Sufi, eşi Devletşah'ın da bulunduğu üçlü bir video yayımlamış. 6 yaşındaki oğulları Sufi ile 10 ay önce başladıkları okuma maratonunda tam 1000 kitap okunmuş. Okunan kitapları da Sufi'nin Instagram sayfasında da paylaşmışlar. Kitaplar çocuk kitapları elbette, ince, büyük puntolarla yazılmış, resimli kitaplar. Okuma maratonuna başlamadan önce Sufi İngilizce'den sadece üç-beş kelime biliyor, okumayı ise bilmiyormuş. Süreç sonunda kazanımlarına okuma ve yabancı dil de eklenmiş yani.

Çocuklarına kitap okuma alışkanlığı kazandırmak isteyen anne-babalara da güzel tavsiyeler var videoda. Elinize attığınız her yerde bir kitap olmalı diyorlar, çantada, mutfak masasında, yatak başucunda kısacası her yerde. Elbette sadece çocuklar kitap okumayacak, anne babaların da okuması gerekiyor, sosyal öğrenme diye bir gerçek var ve çocuk gelişiminde büyük bir paya sahip. Çocuklar bizi model alıyorlar. Biz sabahtan akşama kadar televizyon izleyip hadi yavrum kitap oku dersek çocuğumuz kitap okumaz. Davranışlarımızla örnek olacağız.

Bu insanların başka işi yok mu yahu hep bu çocukla mı ilgilenmişler, diye sorabilirsiniz. Yok öyle bir şey. Sadece kitap okumaya düzenli vakit ayırmışlar. Yoksa Sufi tek başına oyun da oynuyor, arkadaşlarıyla da oynuyor, okula da gidiyor, etkinliklere de katılıyor. Ama her şey dengeli ve düzenli.

Aklınıza şöyle bir soru da gelebilir. Bu 1000 kitabı nereden bulmuşlar? Bu kadar kitabı satın almaya kalkmamışlar tabi ki. Kütüphanelerden yararlanmışlar, arkadaşlar arasında kitap paylaşımı yapmışlar, elektronik kitap kullanmışlar. Yoksa çok ciddi bir maliyet.

Bu videoyu izledikten sonra çok etkilendim yine umutla doldum ve bana örnek oldular. Tavsiye eder, yorumlarınızı beklerim. Sevgiler..

Barış Özcan'ın videosu için aşağıdaki linke tıklayınız.

12 Kasım 2017 Pazar

Sol Ayağım - Christy Brown




Yazar Christy Brown 1932 doğumlu ve bu kitap kendi hayat hikayesi. Beyin felci kurbanıydı, konuşmasını ve sol ayağı dışında hareketlerini kontrol edemiyordu. Sol ayağı ile resim yaptı hatta otobiyografisini yazdı. İrlanda edebiyatının devleri arasında yerini aldı. 1954'te yayınlanan kitap MEB 100 Temel Eser listesinde. Nemesis Kitap'tan çıkmış ve 189 sayfa.

Kitabın ilk sayfalarını çevirdiğimizde "Annemize" yazısını görüyoruz. Böylesine güçlü annelere de böyle cesur çocuklar yakışır.

"Yine de "A" harfini yazdım. Önümde yerde duruyordu. Titrekti, acemiceydi, kenarı eğri büğrüydü ve hiç düzgün olmayan bir orta çizgisi vardı. Yine de "A" harfiydi. Başımı kaldırdım. Bir an annemin yüzünü gördüm, yanaklarında yaşlar vardı. Sonra babam eğildi ve beni omzuna aldı. "Başarmıştım"...o bir harf benim için yeni bir dünyaya giden yol, zihinsel özgürlüğümün anahtarıydı."

Önce "A" harfi ile başladı süreç sonra "ANNE" yazdı. Sonra da kitaplarını yazdı Christy Brown. 

"Sol ayağım içinde bulunduğum hapishane kapısının tek anahtarıydı." 


6 Kasım 2017 Pazartesi

Gri Kitap Yolculuk - Şengül Hablemitoğlu



Gökyüzünün grileşmesiyle evimize çekilir, sıcak çaylarımızı alır kitaplarımıza döneriz. 
Hayat hep rengarenk olsun isteriz ama sonbaharla birlikte doğa bize öğretir. Hayır der, gri de var, yaprak dökümü de var hayatın içinde. 

Bu sefer yazımda bahsedeceğim kitap Şengül Hablemitoğlu'ndan: Gri Kitap Yolculuk. 2016'da eşinin 14. ölüm yıl dönümünde ona ithaf ettiği bu kitap, Kırmızı Kedi Yayınevinden çıkmış. 120 sayfalık ince bir kitap olsa da bir kadının kendi içsel yas yolculuğunu anlatıyor ve yükü oldukça ağır.

Kitapta Şengül Hablemitoğlu'nun eşi Necip Hablemitoğlu’nun 2002'de bir akşam evinin önünde öldürülmesi ile  yas psikolojisine, böylesine acı bir ölümle eşini kaybeden kadının yoluna çocukları için, çocuklarıyla devam etmesi sürecine tanık oluyor ve acısını derinden hissediyorsunuz.


1 Kasım 2017 Çarşamba

Huzursuzluk-Zülfü Livaneli


Bir kitap okuyorsunuz ve okuduklarınızdan sonra boğazınız düğümleniyor. Huzursuzluk işte böyle bir kitap, yakın geçmişten bir hikaye. Hepimiz huzursuz değil miyiz, tedirgin. İşte biraz da bu yüzden kolay içselleştirdik romanı.


Meleknaz, İbrahim ve Hüseyin'in hikayesi gerçekten yürek burkuyor. Mardin'e daha önce gittiğim için kitabı okurken  Ortadoğu'nun kaderini, kadınların acılarını, çok kültürü ile eşsiz Mezapotomya'nın gizemli hallerini daha derinden anladım ve hissettim. 170 sayfalık kısmen ince bir kitap olsa da insanlık dersi vermeye yetiyor, hırsın, merhametin, cehaletin hikayesini okuyucularına yaşatıyor.  İbn-i Haldun’un "Coğrafya kaderdir" sözü kitabın her satırında yüzünüze vuruyor. 



Zülfü Livaneli benim okumaktan büyük keyif aldığım, kitaplarına, duruşuna hayran olduğum yazarlardan. Seveni çok olduğu kadar sevmeyeni de çok. Önyargılı yaklaştıklarını düşünüyorum. Yazarın üslubu, oldukça yalın ve akıcı, bunu kitabı hızlıca bitirdiğinizde anlıyorsunuz.


Okuduğum kitap bana dokunsun, içime işlesin istiyorsanız hiç vakit kaybetmeyin, alın okuyun.


Yazarın diğer romanları hakkında yazdığım yazıları ulaşmak için tıklayınız.