UA-56156696-1 expr:class='"loading" + data:blog.mobileClass'>

28 Şubat 2013 Perşembe

Kahve tadında çekiliş :)


Falcı kahve fincanına sahip olmak isteyenler için tek yapmanız gereken Kar tanesinin çekilişine katılmanız..

25 Şubat 2013 Pazartesi

Sidikli Kasabası-İstanbul DT


Müzik Mark Hollmann
Yazan Greg Kotis, Mark Hollmann
Çeviren Barış Arman, Nebi Birgi
Sanat Danışmanı Galip Erdal
Yöneten Oğuz Utku Güneş

Bu sefer oyunumuzun adı Sidikli Kasabası...Ünlü Broadway müzikalinden...

Dünya ısınıyor, su kıtlığı başlıyor...Buna önlem olarak, evde ve iş yerlerindeki tuvaletler iptal ediliyor, sadece belirlenen yerlerde tuvalete girme zorunluluğu getiriliyor, kısacası paranız yoksa tuvalet de yok! Ya sokaklar, eğer tuvalette yapmayıp da sokakta yaparsan gideceğin yer gizemli Sidikli Kasabası..Peki bu olaya dur diyecek kıvılcım nedir? Aşk, isyanın başlangıç noktası olacaktır. 

Oyunculuklar, şarkılar, müzikler ve orkestra muhteşemdi, hayran kaldım..

Bu gençler bir harika! Oyun göklerdeydi iki buçuk saat boyunca, ellerinize sağlık...

Oyunda verilen mesajda iyiydi tabi anlayana (Bunu burada söylemem ki :)

Beklediğinizden daha fazlasıyla ayrılacaksınız müzikalden, tavsiye ederim..


22 Şubat 2013 Cuma

Bu kitapta yemekler aşkla pişiyor


Türkçesi: Mükerrem AKDENİZ
Can Yayınları
221 S 

İçinde yemek tarifleri, aşk öyküleri ve kocakarı ilaçları bulunan roman

Arka Kapak

Bugüne kadar bir romanla bir yemek kitabını böylesine kaynaştıran bir kitap yazılmadı. Başka hiçbir yazar, kadının ruhunun derinliklerini, öfkeyi, tutkuyu ve cinselliği bir mutfağın penceresinden böylesine keşfetmedi.

20. yy başlarındaki Meksika'da, geleneklere göre evlenmesi yasak olan evin küçük kızı Tita, ona yakın olmak için ablasıyla evlenen Pedro'ya karşı duyduğu çılgınca tutkuyu, yaptığı yemeklere yansıtır. İnsanın yemek pişirerek, yemek yiyerek aşkını ilan etmesi, ruhsal ve tensel iletişim kurması mümkün müdür? Yemek ve kocakarı ilacı tariflerinden bir aşk masalı çıkar mı? Ev yapımı bir çikolata ya da yarım kilo soğan, iki baş sarmısak, bir tutam kekik, yakıcı bir aşkın simgesine dönüşebilir mi?

Meksikalı yazar Laura Esquivel'in gündelik yaşamın sıradanlığıyla doğaüstünü birleştiren romanı Acı Çikolata, 25 dile çevrildi, beyaz perde uyarlaması tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de büyük ilgi gördü..

Şimdiye kadar okuduğum belki de en ilginç kitaptı Acı Çikolata..Bana Nii tavsiye etmişti. İyi ki de onu dinleyip almışım kitabı.
Bu kitapta yemekler aşkın ateşiyle pişiyor.
Hani yemeğin içine sevginizi, aşkınızı katarsınız da tadından yenmez... Ya bir de nefretle, gözyaşıyla yapılan yemekler, vah ki o yemekleri yiyenlere...Öyle bir büyüdür ki duygular, elinizden çıkan her şeyi bir anda aleve dönüştürebilir..Bu kitapta yok yok, tahta kurularına çözüm mü ararsınız? Yoksa yanık lekelerini gideren ağaç kabuğu mu? 

Şimdiye kadar hiç bir kitabı bu kadar zevkle okumamıştım..Şahane bir kitap, tavsiyemdir..Hadi bir kaç alıntı yapayım...

"Kuru soğan incecik kıyılır. Gözlerin yaşarmasını önlemek için, başınızın üzerine bir parça soğan koyun derim. Çünkü soğan doğrarken can sıkan yalnızca göz sulanması değildir, kimi zaman daha işe başlar başlamaz gözleriniz yanmaya başlar ve gözyaşlarınız bir kez akmayagörsün, sonuna dek dinmek bilmez. "

"Biz insanlar her ne kadar içimizde bir kutu kibritle doğmuşsak da, onları tek başımıza yakamayız, tıpkı deneyde gördüğümüz gibi, oksijen ve mum ışığı gerek. Diyelim ki oksijen, sevdiğimiz insanın soluğundan bize ulaşabilir; mum ise, çeşitli gıdalar olabilir; müzik, okşama, söz ya da ses gibi ve bunlardan biri parlama nedeni olup kibritlerden birini yakar. Bir an, derin bir heyecanla kendimizden geçeriz. İçimiz sımsıcak olur ama zamanla söner gider, ta ki yeni patlamayla yeniden canlanıncaya değin. Yaşamak için, her birimiz kendimizdeki ateşleyicileri keşfetmek zorundayız; çünkü bunlardan biri harekete geçtiği anda ruhumuz için gerekli enerjiyi sağlar. Bir başka deyişle bu alevlenme, ruhumuzun gıdasıdır. "

"Eğer kendimize özgü ateşleyicileri zamanında keşfetmezsek içimizdeki kibritler nemlenir ve bir daha asla alev almaz."

O zaman ruhumuz vücudumuzdan koparak zifiri karanlıklarda dolaşmaya başlar ve kendine boşuna besin arar; oysa onun besini, yalnızca terk ettiği vücuttadır, gücü tükenmiş, soğuktan titreyen o vücutta."

Herifin damarlarında dolaşan kan değil, şalgam suyuydu sanki!

Dikkat!
Okurken acıkabilirsiniz, aç okumayın :)

20 Şubat 2013 Çarşamba

Tembel göz, çalışkan göz :)

çocuklarda göz tembelliği

Sürahi Hanımı hatırlıyor musunuz? Hani bir tarafı kapalı gözlüğü vardı. Şimdi bu da nerden çıktı demeyin, ben küçük bir kız çocuğuyken tıpkı Sürahi Hanım gibi dolaşırdım..Gözlüklü, tekinde peçete kapalı..Amaç çalışkan olan gözümü kapatarak tembel gözümün çalışmasını sağlamaktı..Evet evet ben de göz tembelliği var..Yani gözlerimden biri diğerine göre çok az görüyor. 

Göz tembelliği, teşhisi zor bir göz hastalığı, eğer şaşılık veya kayma yoksa hiç fark edilemiyor hatta...Bende hiç öyle belirtiler olmayınca anlaşılamamış tabi..Annemler arada bir kontrol için göz doktoruna götürüyormuş ama devlet hastanesine. Bundan 20 yıl öncesini düşünürsek yaz damlayı-ilacı, gönder dönemi...Tabi para vermeyince kimse ilgilenmiyor...Sonra okula başlayınca öğretmen fark etmiş, bu kız tahtayı okuyamıyor, biz de iyi bir göz doktoruna gitmiştik..Tabiki özele..Doktor siz şimdiye kadar neden fark etmediniz diye annemlere çemkirmiş..Salak adam biz geldik ya sana bir şey yok bunda damla verip gönderdiydin..Neyse zararın neresinden dönersen kardır anlayışıyla kapama tedavisi vermiş, işe yaradı mı hayır..Neyse telafisi 
olmayan şeylerin izahı da olmaz...

Tedavisi konusunda erken yaşlarda çok daha kolay tabi ama ilerleyen yaşlar için çok kesin bir tedavisi yok..Yine de bir umut, nörovizyon adı verilen bir tedavi ile beyine görmeyi öğreterek, ameliyatsız, interaktif ortamda, kişiye özel, 
görmeyi maksimuma ulaştıran bir tedavi var..

Tek göze bağımlı yaşamak kötü bir şey...Benim ve tüm göz tembellerinin yaşadığı sorunu yaşamak ve yaşatmak istemiyorsanız, Çocuklarınızı 4 yaşına gelmeden önce göz muayenesi yaptırınız...Erken teşhis hayat kurtarır, yaşam kalitesini artırır..

Kuyucaklı Yusuf-Sabahattin Ali



Roman
YKY-215 s


Arka kapak

"Bu manasız ve yabancı hayatta bir tek şeye hakikaten sarılmış, hakikaten inanır gibi olmuştu. Bu da karısı idi. Muazzezin varlığı Yusuf için büyük, boşlukları dolduracak mahiyette bir şey değildi, fakat onun yokluğu müthişti. Onun bu kadar sebepsiz yere, bu kadar insafsızca Yusufun hayatından koparılması çıldırtacak kadar acı idi. Hayatında asıl aradığı şeyin Muazzez olmadığını biliyordy, fakat Muazzez olmadan bunu aramaya muktedir olamayacağını sanıyordu."

Kuyucaklı yusuf Türk edebiyatının belki de en romantik kahramanıdır. Hayatın ve insanların zalimliği karşısındaki naif duruşu ile bir yandan da yaşadığı lirik aşk hikayesinin kahramanı olarak edebiyat tarihinde yerini almıştır. 

Sabahattin Ali büyük romanı Kuyucaklı Yusuf'ta lirik ve romantik bir kahramanın yanı sıra, zalim ve ağulu bir taşra portresini bütün aktörleriyle gözümüzde canlandırır.

Sabahattin Ali'nin daha önce Kürk Mantolu Madonna'sını okumuş ve paylaşmıştım. Sıra geldi yazarın Kuyucaklı Yusuf'una..1937'de yayımlanan bu roman yazarın ilk romanı..

 "1903 senesi sonbaharında ve yağmurlu bir gecede Aydın'ın Nazilli kazasına yakın Kuyucak köyünü eşkiyalar bastılar ve bir karı kocayı öldürdüler." diye başlıyor roman... Yusuf öldürülen bu ailenin tek oğlu..Yetim kalır Yusuf... Ama vicdanlı Kaymakam Salahattin Bey evlat edinir Yusuf'u.. Salahattin Bey ve hanımı Şahinde'nin bir de kızları olur, Muazzez..Artık dört kişidirler, Yusuf ve Muazzez kardeş gibi büyürler..Ama bir gün birbirlerine olan aşklarını gizleyemezler ve hayat onlara istedikleri mutluluğu verir bir süre, ama ya sonra? Bir ölümle başladı ya bu hikaye..Bir ölümle de sona eriyor..Her hikaye mutlu sonla bitecek değil ya, bu hikaye de böyle..Buram buram aşk kokuyor kitap, aşk, çaresizlik, ölüm...

Not: Kitapta tasvir çok fazla, ben bir kısmını atladım :) Birde eski dilden sözcükler var..

Altını çizdiğim cümleler

"Bir zamanlar birbirinden ayrılmak, birbirlerini kaybetmek ihtimalinin korkusunu çekmiş olmasalar, belki de birbirleri için ne kadar kıymetli olduklarını hala bilmeyeceklerdi. Hayatları o kadar birbirinin içinde kaybolmuş, birleşmişti. Belki o zaman evlenmeyi de düşünemeyeceklerdi; çünkü buna birbirlerini kaçırmak için en son çare diye müracaat etmişlerdi."

"Konuşmaya ne lüzum vardı? Bütün güzel laflardan ve hoş insanlardan sıkılan bu mahlukları, birbirlerinin sessiz mevcudiyeti, yorgunluk verecek kadar doyuruyordu."

16 Şubat 2013 Cumartesi

Güzel dersem çık, çirkin dersem çıkma!

Bir şirkete başvurduğunuzda ilk olarak neye bakılıyor sizce? Başarılarınız mı? Büyük çoğunlukla güzelliğe/yakışıklılığa değil mi? İnsanın fiziksel özelliklerinin mental özelliklerinden daha ön planda olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Oyunda çok başarılı bir kara komedi ile anlatılıyor güzellik/çirkinlik.  Lette (Tolga Evren) uzun zamandır üzerinde çalıştığı, buluşunun tanıtımını, asistanın yapacağını öğreniyor. Bunun sebebini sorduğunda patronuna, patronunun cevabı bir tokat gibi çarpıyor o ÇİRKİN suratına..Evet evet "Çirkin". Patronu sen bu suratla hiç bir şey satamazsın diyor..Sonra da başlıyor hikaye..Bir estetik cerrahına gidiyor Lette, amacı güzelleşmek, sonra birden değişiveriyor hayatı...Daha önce karısının bile bakmak istemediği suratı herkesi imrendirecek bir hale dönüşüyor..Sonrasında herkes bu surata benzemek istiyor...Bu durum da sonradan olma Lette'nin felaketi oluyor..Aslında şöyle bir çevremize baktığımızda da hep birbirine benzemeye çalışan insanları görüyoruz değil mi? Aynı burun, ben şunun burnundan istiyorum diyen insanlar çok, bir de botokslu gülmeyi unutan suratlar...

1 perdelik bu kara komedide kafamızda soru işaretleriyle ayrılıyoruz salondan Goncayla..

Tavsiye edilir..

(İstanbul Devlet Tiyatroları/2012-2013)

15 Şubat 2013 Cuma

Doğunun Limanları-Amin Maalouf


Yazar: Amin Maalouf
Çeviri: Saadet Özen
YKY-183s

Arka Kapak

"Adana'da ayaklanmalar olmuştu. Ahali, Ermeni mahallesini talan etmişti. Altı yıl sonra çok daha büyük çapta olacakların bir provası. Ama bu kadarı bile korkunçtu. Yüzlerce ölü. Belki de binlerce. Nubarınki de dahil, sayısız ev yakılmıştı. Ama Nubar şimdi ender rastlanan Arsinoe adındaki karısı, on yaşındaki kızları ve dört yaşındaki oğullarıyla birlikte kaçmayı başarmıştı."
Can çekişen Osmanlı İmparatorluğu ve Beyrut ile Fransa arasında yaşamı sürüklenen İsyan. Doğu'nun Limanları bu yüzyılın başını, bir insanın trajik öyküsünün içinden anlatıyor." 

Amin Maalouf serisinin Doğunun limanları kitabımı da bitirmiş bulunuyorum. Daha önce Doğudan Uzakta ve Semerkant'ını paylaşmıştım..Şimdi de sıra geldi Doğunun Limanlarına..

"Bir insanın hayatının doğumuyla başladığına emin misiniz?" diyor İsyan Kitabdar, anlatacağı hikayeye bir giriş yapıyor kendince..."İsyan, evet isyan!, "Boyun eğmeme", "ayaklanma", "itaatsizlik". Oğluna isyan diye seslenen baba görülmüş müdür hiç?" Evet bu hikaye İsyanın hikayesi, direnişçi İsyanın..Diğer kitaplarda olduğu gibi konu yine aynı, bu adam Doğuyu güzel anlatıyor, Beyrut ve Fransa arasındaki yaşamın içinde buluyor insan kendini...Çaresizlik, umut, acı, hüzün ve vuslat...Tarih sizi çağırıyor...

Altını çizdim..

"Gelecek geçmişin duvarlarının ardında değildir."

"Kandilin yağı bitmeden insan ölmez."

"Aşk ilk günkü gibi kalabilir, heyecan da öyle. Aylar da geçse, yıllar da geçse. Hayat, insana bıkkınlık verecek kadar uzun değildir."

"Baba yokluğunda doğan kızım ben, hani resmini kalbinde taşıdığın, ama senden uzak büyüyen çocuk. Uzak mı? Aslında bizi ayıran topu topu bir kaç kilometrelik muhteşem bir sahil yolu, ama lanet olasıca bir sınır ve nefret ve anlayışsızlık aramıza girdi. Bir de hayalgücü eksikliği."....

12 Şubat 2013 Salı

Yarım kilo bir buçuk :)


Semt pazarından bildiriyorum..

Semt pazarlarıyla ilgili herkesin bir hikayesi vardır muhakkak..Bugün pazarcıların yaptığı bir hinlikten bahsedeceğim...Uzun zamandır pazardan uzak kaldığım için midir ne garip geldi bana..Normalde meyve sebzeyi  markete gidip istediğim kadar almayı tercih ediyorum pazara..Yani pazarcılar da biraz burun kıvırıyorlar, istediğim kadar alamıyorum, insan yarım kilo demeye utanıyor yahu..Bir de seçtirmiyorlar mı sinir oluyorum bu duruma...Neyse bu da onların tarzı..Beğenmiyorsan küçük oğluna almazsın :) 

İşte gariplik geliyor..Bugün normalde mevsimi değil biliyorum ama canım istedi diye, salatalık alalım dedik, 1,5 TL yazıyor fiyatı da ucuz bulunca istedik adamdan, adam tarttı verdi annem 1,5 lira uzattı, adam yarım kilosu 1.5, kilosu 3 dedi..Sonra etikete bi baktık 1,5 üstünde küçücük yarım yazıyor..İyi bari dedik verdik..Sonra bi baktım diğer tezgahlarda da aynı şeyi yapmışlar...Yarım kilo 2,5..Sanki yarım kilo istesem verecekler...İşte böyle garip bir olayla karşılaştım..Aman canım yeni mi fark ettin demeyin, öyle vallahi..

10 Şubat 2013 Pazar

Cennet de sende, Cehennem de..

Amin Maalouf
Çeviren: Ali Berkay

Ömer Hayyam, Hasan Sabbah, Nizam..Birbirinden farklı bu üç kişiyi bir araya getiren neydi? Ömer ile Cihan aşkı asırlar sonra Benjamin O. Lesage ile Şirin aşkına nasıl dönüşüyor? 13. yy da ortadan kaybolan Rubaiyat nasıl oluyor da 19. yy da tekrar ortaya çıkıyor? Herkesi etkisi altına alan Rubaiyatın etkisinde kalan Lesage Çifti oğullarının isimlerinden birini Omar koyarak biraz daha yakınlaştırıyor Rubaiyata oğullarını...Bu muhteşem kitabın peşine düşen Benjaminin ağzından dinleyeceksiniz bu kitabı..Benjamine kulak verin..
Keyifli okumalar..

Arka Kapak

Amin Maalouf, Doğu'ya, İran'a bakıyor. Ömer Hayyam'ın Rubaiyat'ının çevresinde dönen iç içe iki öykü..
1072 yılında, Hayyamın Semerkant'ında başlayan ve 1912 de Atlantik'te bit(me)yen bir serüven...Bir elyazmasının yazılışının ve yüzlerce yıl sonra okunurken onun ve İran'ın tarihinin de okunuşunun öyküsü/tarihi..

Altını Çizdiğim Cümleler

"Semerkant, dünyanın güneşe dönük en güzel yüzü."

"Her gün biri çıkar, başlar, benim ben demeye,
Altınları, gümüşleriyle övünmeye,
Tam işleri dilediği düzene girer,
Ecel çıkıverir pusudan: Benim ben, diye."

Hiçbir şeye şaşırma, hakikatin de insanların da iki yüzü vardır.

"Ne diyebilirim ki sana, varlığın sırları saklı senden, benden, bir düğüm ki ne sen çözebilirsin, ne ben. Bizimki perde arkasında dedikodu; bir indi mi perde, ne sen kalırsın, ne ben."

"Istıraptan belin büküldüğünde, dünyanın üzerine ebedi bir gece çöksün istediğinde, yağmurun ardından ışıldayan yeşilliği düşün, düşün bir çocuğun uykudan uyanışını."

Ölmek öldürmekten daha önemlidir. Kendimizi savunmak için öldürüyor, ama insanları ikna etmek, kazanmak için ölüyoruz. İnsan kazanmak bir amaç kendini savunmak ise sadece bir araçtır."

"Yan yana oturmuştuk hayat sofrasına, bizden birkaç kadeh önce sızıp gittiler."

"Denize düşüp kaybolan su damlası
Toprağa karışan toz zerresi
Nedir bu dünyaya gelip gidişimizin manası?
Fena bir böcek işte, bugün var yarın yok."

Kalk haydi, ebediyen uyuyacağız zaten!

"Tutsaklığın ıstırabını çekmiyorum, yakında gelecek ölümden korkmuyorum. Tek üzüntü kaynağım, ektiğim tohumların filizlendiğini görememek."

"Biz gerçekten bir kukla sahnesindeyiz:
Kuklacı felek usta, kuklalar da biz.
Oyuna çıkıyoruz birer, ikişer;
Bitti mi oyun sandıktayız hepimiz."

"Şarap yanakların kadar pembe
Pişmanlığım buklelerin kadar hafif olsun."

3 Şubat 2013 Pazar

Kürk Mantolu Madonna


Bu kitabı neden şimdiye kadar okumadım ki? Maria ve Raif aşkı, yalnızlık, içtenlik, korkular ve hüzün... Okurken sanki birinin gizli bir not defterini okuyormuşum gibi hissettim..Bir solukta da bitti zaten..Hala okumayanlar, erteleyenler artık bu kitabı okuma vakti..

Arka Kapak

"Her gün, daima öğleden sonra oraya gidiyor, koridorlardaki resimlere bakıyormuş gibi ağır ağır, fakat büyük bir sabırsızlıkla asıl hedefine varmak isteyen adımlarımı zorla zapt ederek geziniyor; rastgele gözüme çarpmış gibi önünde durduğum "Kürk Mantolu Madonna'yı" seyre dalıyor, ta kapılar kapanıncaya kadar orada bekliyordum."

Kimi tutkular rehberimiz olur yaşam boyunca. Kollarıyla bizi sarar. Sorgulamadan peşlerinden gideriz ve hiç pişman olmayacağımızı biliriz.

Yapıtlarında insanların görünmeyen yüzlerini ortaya çıkaran Sabahattin Ali, bu kitabında güçlü bir tutkunun resmini çiziyor. Düzenin sildiği kişiliklere, yaşamın uçuculuğuna ve aşkın olanaksızlığına (?) dair, yanıtlanması zor sorular soruyor. 

Altını çizdim..

Hayatta yalnız kalmanın esas olduğunu hala kabul edemiyor musunuz? Bütün yakınlaşmalar, bütün birleşmeler yalancıdır. İnsanlar ancak muayyen bir hadde kadar birbirlerine sokulabilirler, üst tarafını uydururlar; ve günün birinde hatalarını anlayınca , yeislerinden (ümitsizlik) her şeyi bırakıp kaçarlar. Halbuki mümkün olanla kanaat etseler, hayallerindekini hakikat zannetmekten vazgeçseler bu böyle olmaz. Herkes tabi olanı kabul eder, ortada ne hayal sukutu, ne inkisar kalır..Bu halimizle hepimiz acınmaya layıkız; ama kendi kendimize acımalıyız. Başkasına merhamet etmek, ondan daha kuvvetli olduğunu zannetmektir ki, ne kendimizi bu kadar büyük, ne de başkalarını bizden daha zavallı görmeye hakkımız yoktur."

"Aşk hiç de sizin söylediğiniz basit sempati veya bazen derin olabilen sevgi değildir. O büsbütün başka, bizim tahlil edemediğimiz öyle bir histir ki, nereden geldiğini bilmediğimiz gibi, günün birinde nereye kaçıp gittiğini de bilmeyiz. Halbuki arkadaşlık devamlıdır ve anlaşmaya bağlıdır. Nasıl başladığını gösterebilir ve bozulursa bunun sonuçlarını tahlil edebiliriz. Aşka girmeyen şey ise tahlildir." Maria 

"İçinde hakikaten sevmek kabiliyeti olan bir insan, hiç bir zaman bu sevgiyi bir kişiye inhisar ettiremez ve kimseden de böyle yapmasını bekleyemez. Ne kadar çok insanı seversek, asıl sevdiğimiz bir tek kişiyi de o kadar çok ve kuvvetli severiz, aşk dağıldıkça azalan bir şey değildir." Raif 

"O bütün mantıkların dışında tarifi imkansız ve mahiyeti bilinmeyen bir şey. Sevmek ve hoşlanmak başka istemek bütün ruhuyla bütün vücuduyla her şeyiyle istemek başka..Aşk bence bu istemektir. Mukavemet edilmez bir istemek!" Maria


1 Şubat 2013 Cuma

Battaniye ve TV keyfi

Pazardan bu yana griple boğuşuyorum..Normalde üç güne toparlardım durumu ama bu sefer uzun sürdü, şifayı fena kapmışım..Sürekli üşüyorum, içim titriyor. Arkadaşım zencefilli sütü önerdi onu deneyeceğim bakalım..Bir de uçuk eklendi son olarak, onunda ilacını kaybettim, üşeniyorum eczaneye gitmeye..

Bir kaç gündür hava da soğuk bir de yağmur..Ama güneş sağ olsun bugün yüzünü gösterdi. Hafta sonu da güneşli olacakmış..
Çok sevindim bu habere..

Tabi hasta hasta yapılacak en güzel şey de bol bol dinlenmek..Battaniye, televizyon, kitaplar ve ben güzel bir ekip olduk..Sabah haberleriyle başlıyorum güne, İrfan Değirmenci ve Fatih Portakal'la kahvaltı, sonra kitap, öğleden sonraları Evim Şahane'yi kaçırmamaya çalışıyorum, çok güzel dekore ediyorlar evleri, oradaki mimar da çok yaratıcı..Harika işler çıkıyor..Hele geçen gün tiyatro simgesini dolap kapaklarında kullandılar bittim resmen ona..İşe başlarsam özlerim bu hayatı..

Projemiz de gün itibariyle bitti hayırlısıyla.. Raporumuzu teslim ettik...Artık gelsin diğer projeler...yeni işler..Öyle ümit ediyorum yani :)

Son olarak Barış Abimizi de saygıyla anıyorum..

"İçimdeki çocuktan"

"Dün yine seni andım gözlerim doldu 
O tatlı günlerimiz bir anı oldu 
Ayrılık geldi başa katlanmak gerek 
Seni çok çok özledim arkadaşım eşek"