UA-56156696-1 expr:class='"loading" + data:blog.mobileClass'>

29 Kasım 2013 Cuma

Ve dağlar yankılandı- Khalid Hosseini



Arka Kapak

Gece vakti, çölü bir el arabasını çekerek geçen bir baba. Arabanın içinde annesiz iki çocuk; iki kardeş; biri kız, biri erkek. Küçük Peri için ağabeyi Abdullah, ağabeyden çok öte. On yaşındaki Abdullah'a sorsanız Peri, her şey demek. Köylerinden Kâbil'e varmak için çıktıkları yolculuğun sonunda aileyi yürek parçalayıcı bir son bekliyor. Fakat aslında bu bir son değil... Kardeşlerin başlarına gelenler -yakın ya da uzak- ilişki kurdukları tüm insanların hayatlarında nesiller boyu yankılanacak... 

Hayat farklı aileleri sevgi ve fedakârlık, ihanet ve sadakat gibi ortak duygularla sınarken, karakterlerin başlarına gelenler ve yaptıkları seçimler, kitabın her biri ayrı bir renk ve lezzet taşıyan katmanlarını oluşturuyor. Afganistan'ın küçük bir köyünde doğan ve okuru Kâbil'den Paris'e, San Francisco'dan Tinos adasına taşıyan bu öykü, her sayfada renklenip güçleniyor. 

Ve Dağlar Yankılandı, bizi biz yapan değerler üzerine düşündüren, ustalıkla yazıldığını her bölümde yeniden kanıtlayan, büyüleyici bir roman. Uçurtma Avcısı ve Bin Muhteşem Güneş ile dünya çapında sevilen bir yazar olan Khaled Hosseini'nin yazarlığında bir dönüm noktası.

***
"Gözümün nur'u Haris'le Farah'ya ve babama adandı-görseydi gurur duyardı..."

Uçurtma Avcısı ve Bin Muhteşem Güneş'in yazarından yine iddialı bir kitap...
Sonbahar 1952'de bir hikayeyle başlayan roman Sonbahar 2010'da yaşananlarla son buluyor..
Annelerini küçük yaşta kaybetmiş Peri ve Abdullah'ın hikayesi..Sevgi, insanlık, hüzün, ihanet...
Keyifli okumalar...

***

"Doğru ve yanlış kavramlarının ötesinde uzanan bir toprak var. Seni orada bekleyeceğim." Mevlana

"Oysa zaman cazibe gibi.. Asla senin sandığın kadarına sahip değilsindir."

"İyi şeylerin hiçbiri bedava değildi. Sevgi bile. Her şeyin bedelini ödüyordun. Ve eğer yoksulsan, elindeki tek nakit, kahır çekmekti."

"....Yaşamında bir amaç bul ve ona göre yaşa derler. Ama bazen, ancak yaşayıp bitirdikten sonra yaşamının bir amacı olduğunu fark edersin, bu da genellikle hiç aklında olmayan bir amaçtır...."

17 Kasım 2013 Pazar

Bursa'da ne yenir?


Bursa deyince aklımıza ilk iskender geliyor...
Bol tereyağlı nefis soslu pide ve döner...
Ama iskenderle eş lezzette (hatta daha lezzetli) bir şey varsa o da pideli köfte..
Sunumu aynı iskender gibi..Ama eti döner değil de minik köftelerden yapılmış...
Biz tercihimizi Küçük Saray Pideli Köfte'den yana kullanıyoruz...
Salça soslu pidelerin üzerine minik köfteler ve yoğurt, biberle sunuluyor..
Fiyatı da lezzetiyle ters orantılı, iskendere göre oldukça ucuz..
Küçük Saray Pideli Köfte Bursa merkezde Ulu Cami yakınında...
Ayrıca yarım porsiyonda alabiliyorsunuz, üstteki fotoğrafta da görüldüğü üzre yarım porsiyonda doyurucu...


Bursa'da her yerde bulabileceğiniz diğer bir lezzet ise elbette Köfteci Yusuf'ta yiyebileceğiniz köfteler.
İlk şubesini İznik'te açan Köfteci Yusuf daha sonra tüm Bursa'ya yayılmış..
Restoranın içi çinilerle süslü...
Otopark'ı da içerisi de epey yoğun...
Bu kadar meşhur olmasına rağmen fiyatları da oldukça uygun...
Köftenin yanında verilen salça-domatesimsi sos da ekmeği yedikçe yedirtiyor..
Köfteci Yusuf'ta beyti lavaşa sarılmıyor, şişte sarılı geliyor..Bu buraya özgü sanırım..
Ama Yusuf'a ilk kez gidiyorsanız tercihinizi köfteden yana kullanın derim...
Siparişiniz de yoğunluk olmasına rağmen tez zamanda geliyor, sizi saatlerce bekletmiyorlar..

Ve Bursa'nın olmazsa olmazı kestane şekeri...
Uludağ'da yetişen kestanelerin haşlanarak şeker şurubuna batırılmasıyla yapılıyor..
Bursa'nın neredeyse her yerinde farklı markalarda kestane şekerine rastlamak mümkün..
Kafkas'ı her yerde bulabilirsiniz..Ama Kafkas'ın fiyatları oldukça yüksek..
Kardelen ise  biraz daha orta ölçekli fiyatlara sahip..
Bütün kestane şekerleri dışında kırık parçalar halinde de var..
Kavanozlarda alacağınız kestane şekerinin diğerlerine göre ömrü daha uzun..

Benim bir hafta içinde tattığım lezzetler bunlar..
Eğer sizlerin de Bursa'da ne yenir konusunda ilave edecekleriniz varsa ki elbette vardır paylaşırsanız sevinirim..
Lezzetli günler..

Yeşil Bursa'ya selam olsun!



Bursa'da bir eski cami avlusu, 
Küçük şadırvanda şakırdıyan su; 
Orhan zamanından kalma bir duvar... 
Onunla bir yaşta ihtiyar çınar 
Eliyor dört yana sakin bir günü. 
Bir rüyadan arta kalmanın hüznü 
İçinde gülüyor bana derinden. 
Yüzlerce çeşmenin serinliğinden 
Ovanın yeşili göğün mavisi 
Ve mimarîlerin en ilâhisi.

Ahmet Hamdi Tanpınar böyle bahsediyor Bursa'dan...
Yaşanmışlık var, tarih var Bursa'da..
Taş duvarların arkasında hikayeler, efsaneler ve göçler var...

Ulu Cami, Cumalıkızık, Gölyazı, Uluabat Gölü ve İnkaya gezebildiğim yerler..
Gönül isterdi ki her yeri gezebileyim ama iş için gittiğimiz için ancak bu kadar olabiliyor..


Ulu cami
Osmangazi ilçesinde yer alıyor..
1. Bayezid tarafından 1396-1400 yılları arasında yaptırılmış, 
İki minareli, dikdörtgen şekilli ve 20 kubbeli bir mimariye sahip..
Ve cami içi duvarları hat sanatı ile süslenmiş..
Bu camide en çok dikkat çeken cami içinde yer alan şadırvan...
Cami yanında bulunan kapalı çarşıda pek çok hediyelik eşya dükkanı bulunmakta..
Havlu, çeyiz alışverişi için fiyatları da oldukça uygun...



Cumalıkızık
Bursa'nın Yıldırım ilçesinde bulunmakta..
Kuruluşu 1300'lü yıllara kadar uzanan eski bir yerleşim yeri Cumalıkızık...
Tarihi evleri, dar sokakları ile tam eski bir Osmanlı köyü..
Kınalı Kar ve pek çok tarihi filmin çekimleri de yapılmış bu köyde..
Köyde tarihi hamam, cami ve çeşmeler de bulunmakta...
Bu tarihi evlerde kahvaltı yapabileceğiniz çok fazla mekan var..
Yine gün ortasında ve akşam üstü giderseniz farklı alternatiflerle gözleme yiyebilirsiniz..
Köy girişinde tezgahlarda hediyelik eşyalar, meyve, sebze ve kışlık yiyecekler satan köy sakinleri de çok güler yüzlü..


Gölyazı, Uluabat Gölü
Bursa'da Nilüfer ilçesinde bulunmakta...
Uluabat Gölü'nün kıyısında küçük bir yarımada konumunda..
Eski bir Rum köyü..
1923-4 yılında yapılan mübadele ile birlikte Selanik'den gelen Türkler ile Rumlar uzun bir süre birlikte yaşamışlardır..
Köy misafirlerini 700 yıllık Ağlayan Çınar'ı  ile karşılıyor...
Köy sakinleri geçimini balıkçılıkla sağlıyor...
Köy kadınları da balık avına çıkıyor burada..
O yüzden burada balık ağı tamir eden teyzelere rastlarsanız saşırmayın..
Yiyecek içecek seçeneği de bol olan Gölyazı'da çok sayıda balık lokantaları bulunmakta...
Yine göl kıyısında çay bahçesi de yer alıyor..
Köy sakinleri de güler yüzlü cana yakın insanlar..
1924 doğumlu Selanik göçmeni amcamızla uzun bir sohbet yaptık..
Tam bir Atatürk sevdalısı...
Evinin dört bir yanını Atatürk bayrakları ile süslemiş..
Evlerin tarihi hakkında bize kısa bir bilgilendirme de yapıyor..
Kendi oturduğu ev de yaklaşık 100 yıllık..
Eşiyle birlikte yaşayan bu amcamıza Allah daha da uzun ömürler versin...

Uluabat gölü aynı zamanda Ramsar Alanı..
Yani barındırdığı kuş türleri ile korunma altında..

Ahmet Hamdi ile başlayan yazımı yine şiirin devamı ile bitirmek istiyorum...
Yeşil Bursa'ya selam olsun!

İsterdim bu eski yerde seninle
Başbaşa uyumak son uykumuzu, 
Bu hayâl içinde... 
Ve ufkumuzu 
Çepçevre kaplasın bu ziya, bu renk, 
Havayı dolduran uhrevî âhenk.. 
Bir ilâh uykusu olur elbette 
Ölüm bu tılsımlı ebediyette, 
Belki de rüyâsı bu cetlerin, 
Beyaz bahçesinde su seslerinin.

19 Ekim 2013 Cumartesi

Bir Psikiyatristin Gizli Defteri



























Gary Small- Gigi Vorgan
NTV Yayınları
336 sayfa

Arka Kapak

Gerçek hikayeler kurgudan çok daha tuhaftır, Dr. Gary Small da bunu gayet iyi biliyor. Psikiyatriyle ve insan beyni üstüne çığır açıcı araştırmalarla geçen otuz yıl içinde Dr. Small pek çok şey görmüş. Şimdi ofisinin kapılarını açmaya ve kariyerinin en gizemli, ilginç ve tuhaf hastalarını anlatmaya hazır.

Bu kitap bir psikiyatristin zihnine ve onun giderek gelişim gösteren mesleki yaşamına yapılan aydınlatıcı bir yolculuk. Aynı zamanda bu branşın ve daha önce görülmemiş, tanısı koyulmamış çeşitli akıl hastalıklarının perde arkasına da bir bakış… Kitabı okurken kendinizi, bizi insan yapan şaşırtıcı tuhaflıklar üstüne düşünürken bulacaksınız.

Sıkça komik, kimi zaman trajik ve daima etkileyici Dr. Small, sizleri kariyeri içinde Boston’un kalabalık acil servis koridorlarından başlayıp ülke elitlerinin multi milyon dolarlık kayak localarına dek uzayan bir geziye çıkarıyor. Bu gezi sırasında birbirinden tuhaf gerçek karakterleri anlatırken, bir yandan da esrarengiz histerik körlükle, penisinin küçüldüğüne inanan bir adamla, gizli sürdürülen çifte hayatlarla ve ürkütücü derecede psikotik romantik arzularla baş ediyor. Akıl hocası kendi hastası olduğunda Dr. Small’un kariyeri ve kişisel hayatı tam bir döngüyü tamamlıyor ve Small’un kimsenin zihinsel araştırmanın ötesinde olmadığını anlamasını sağlıyor; kendisinin bile...

****

Dr. Small meslek hayatı boyunca karşılaştığı en sıradışı vakaları kronolojik olarak bu kitapta toplamış..
Kitap, zihinsel hastalığı olan ve kendinde yardım alacak gücü bulanlara adanmış..

Ah şu modern psikiyatrlar yok mu! Dünyanın parasını alıyorlar insandan! Benim zamanınımda beş Mark'a Freud'un kendisi tedavi ederdi sizi. On Mark'a hem tedavi eder hem de pantolonunuzu ütülerdi. On Beş Mark'a Freud kendisini tedavi etmenize izin verirdi.. ki buna istediğiniz iki çeşit sebze de dahil olurdu. 
Woody Allen..

Basit bir ağrının veya geçici bir körlüğün, kararsızlığın, bağlılığın, iradesizliğin altında yatan psikolojik etkenlerin ve olayın kökeninin, çocukluğunda yaşadığı tramvaların derinlemesine araştırılması "kaliteli bir yaşam" için de gerekli..Modern psikiyatrlara duyurulur!

Psikoloji severlere, merak duyanlara tavsiye edilir..

****

Kitaptan kısaca notlar...

"Yalancı ya da histerik gebelik diye de bilinen psödosiyezi son derece ender rastlanan ama antik çağdan bu yana belgelenmiş bir durumdur. MÖ 300'de Hipokrat 12 vaka kaydetmişti.16.yy da ise İngiltere kraliçesi Mary'nin başına bir kaç defa gelmişti. Histerik gebelikte gerçek gebeliğin tüm tipik işaretleri ve belirtileri ortaya çıkabilir; mide bulantısı, göğüslerde hassasiyet, fetüsün hareket ettiği hissi ve kilo alımı. Kadının karnı tıpkı normal hamilelikte olduğu gibi büyüyebilir ve kadın gerçekten hamile görünür. Adeti de kesilince hasta gerçekten hamile olduğuna inanır. Hormonal dengesizlik de genelde fiziksel belirtilere ve gebelik testinde yalancı pozitif sonuç çıkmasına katkıda bulunur. Kimi zaman stres, hipofiz bezi fonksiyonunda artışa yol açar. Sonuç olarak hasta gebe olmadığı halde süt üretir. Hatta semptomlar öyle inandırıcı olabilir ki yalancı gebeliği olan tahmini beş kadından birine tıbbi görevli tarafından bir noktada gebelik teşhisi konabilir."

"Bipolar hastalar manik durumdayken fazla uyku ihtiyacı duymazlar. Üretken, enerjik hatta genelde aşırı coşkun ve eğlencelidirler. Ancak mani yükseldiğinde, görkemlilikleri yüzünden başları derde girebilir. Bu hastalarda ayrıca hızlı konuşma, halüsinasyon, sanrı ve agredif davranış da görülebilir.

Bipolarlar depresyon haline geçtiklerinde genelde uyuşuk olurlar ve çoğu zaman günboyu uyurlar. Bazı insanlarda hastalığın hafif bir çeşidi görülür ve bu kişilerde tam kapsamlı manik episodlar yerine hipomani olur. Yani hastalar gerginlik ve psikoz olmaksızın öfori ve üretkenlik yaşarlar....

Bipolar bozukluğu olan kişiler hipomanik ve manik episodlar sırasında sık sık sıradışı yaratıcılık patlamaları sergilerler. Vincent van Gogh, Paul Gaugin, Jackson Pollock, Mark Twain, Ernest Hemingway, William Faulkner, Ludvig van Beethoven, Robert Schumann ve Brian Wilson de dahil en ünlü ressam yazar ve müzisyenlerimizden bazılarında bu hastalığın olması şaşırtıcı değildir."

12 Ekim 2013 Cumartesi

Haydi, vira bismillah!



Bir kaç haftadır pek fazla yazamıyorum...
Pazartesi postalarını da hep gecikmeli gönderiyor veya hiç gönderemiyorum..
Yazılarınızı da pek fazla okuyamıyor, yorum da bırakamıyorum..
Ama hepsini bu uzun süreli bayram tatilinde telafi etmeye çalışacağım emin olun..

Ve sonunda...
Güzel haber!
İş başvuruları, görüşmeleri, evrak teslimi ve son olarak da eğitim/oryantasyon süreci...
Yoğun ve uzun bir süreçti ama...
Hayırlısı ile, haydi vira bismillah diyoruz..
İnandığım bir proje için yollara düşüyorum bu kez..
Zor ama keyifli...
İşte bu yüzden,
Heyecanlıyım, mutluyum, umutluyum..

Sizlerde bu günlerde büyük ihtimalle sevdiklerinize kavuşmak için veya tatil için yollara çıkıyorsunuz..
Sizin de yolunuz aydınlık olsun..
Şimdiden bayramınız kutlu, ziyaretleriniz bol olsun...

Bu şarkıda bonusumuz olsun!

Keyifli tatiller...

25 Eylül 2013 Çarşamba

Peri Gazozu-Ercan Kesal


"Kıymetli kardeşim, yazını seyrettim bugün."
Okuyucusuna bir şeyleri anlatmak değil de göstermek istemiş Ercan Kesal...
Oyuncu, senarist, doktor ve en önemlisi insan..
Bu kitabı'da bir insan'dan dinliyorsunuz..
Sonrası mı? İçinizde bir sızı, boğazınız düğüm düğüm..
Yakın dönem Türkiye'si, 12 Eylül dönemi, evladını arayan ana-babalar..
Taşra hayatı, hikayeleri, çaresizliği..

Alıntılar

"Mecburi hizmet yılları, adliye mührüyle tanışılan yıllardır. Dokuz on yaşlarında bir çocuk. Karşımda sessizce oturuyor. Doğuştan zeka özürlü. Yanında bir jandarma. Biraz ötede babası. Başı önünde dalgın. Jandarmanın uzattığı tutanağı okuyorum. "Fiili Livata". Amcasının işi. Tutanak ayrı bir felaket. İfadesini alırken içini dışına çıkarmışlar sanki. Tuhaf sorular, gereksiz ayrıntılar. Sormuş ve seyre durmuşlar.
Hiç biriyle aynı dünyada yaşamaktan utanç duyduğunuz anlar oldu mu? Öyle bir olay işte.
Çocuğa bakıyorum. Başına gelenlerin pek farkında değil gibi. Onun derdi bileğinin iç kısmındaki mor adliye mührü. Mühre bakıyor arada sırada. Bir ara eliyle uğraştığını fark ediyorum. Elini yavaşça ağzına götürüp tükürüğüyle ıslatıyor ve silmeye çalışıyor. Jandarma dürtüyor çocuğun omzunu:
Silme onu.
Çocuk bırakıyor çaresiz. Hemşire hanımı çağırıyorum:
"Alkollü gazlı bir bez getirin. Bileğindeki şu mührü silin."
Jandarma telaşlanıyor, itiraz edecek.
"Ben konuşurum komutanla merak etme sen."
Az sonra çocuğun yüzünde küçücük bir gülümseme. Ne yaptım ki? Ama ahir ömrümdeki en güzel hediyelerden biri galiba onun gülüşü."

"Birbirimizin hayatlarının içindeyiz. İstesek de istemesek de.
Birbirimizin hayatlarının içindeyiz. Bundan hiç haberdar olmasak da.
Birbirimizin hayatlarının içindeyiz. ve insan olmak galiba "diğerkam" olmaktan geçiyor."

"Kelimeler, sadece harflerin bir araya gelmesiyle oluşan anlamın dışında bir şeydir. "Çiçek" sadece çiçek değildir mesela..Ya da "mektup". Yalnızca bir zarfın içindeki kağıt mıdır, mektup?
"Fotoğraf denilince niye içimiz titrer o zaman? Çünkü o yalnızca fotoğraf değildir de ondan.

****

Arka Kapak

"Vicdanımız kuruyor. Babalarını erken kaybetmiş yetim çocukların masum başlarını koyacakları göğüsler çoktan çöktü, farkında mısınız? Göğüs çöktükçe zulüm tepemizde kalıyor. Kavisli ve dolaşık geçmişimizse, bozuk düzenimizin telleri olmuş. Duyduğunuz sesler bu yüzden içli ve bu kadar derinden geliyor.

Şimdi bir türlü sığamayıp, delice bir kavgaya tutuştuğumuz, adına Anadolu denen şu kadim topraklarda, binlerce yıl önce hüküm sürmüş, bir Hitit kralının oğullarına bıraktığı vasiyete bakın isterseniz: ‘Öldüğümde beni, usulünce yıkayın, göğsünüze yaslayın ve toprağa bırakın.Bu kadar."

Hayatın en yalın ve efsunlu meseleleri, ölüm ve yaşam, anne-baba-çocuk arasındaki zor muhabbet, büyümek ve yaşlanmak üzerine..
Vefalı bir oğulun gözüyle. Bilhassa ölümle başetmenin olağanüstülüğü ve olağanlığı üzerine.."Alışmaya" direnen bir hekimin gözüyle.
Taşranın sıcak kucağı ve serin kasveti üzerine...Orayı hem içinden hem dışından bilen bir evladının gözüyle..
Türkiye'nin ipin ucundaki yakın tarihin gölgesi..Kalbi avucunda birinin gözüyle..
Ercan Kesal'dan, aynanın kenarındaki fotoğraflar misali hayat parçaları, sohbet makamında insan hikayeleri..

21 Eylül 2013 Cumartesi

Ah Werther..




Genç Werther'in Acıları..
Goethe 25 yaşındayken kaleme almış ve kısa bir sürede tamamlamış bu eserini.
Bir Mektup-roman..
Duygusal/romantik tarzda yazılmış mektuplar..
Almanya'da bir dönem fenomen olmuş kitap, pek çok kişinin intiharına bile neden olmuş..
Günümüzde hala geçerli işlediği konular, Werther'in çektiği acılar..
Sınıf farklılıkları, bitmek bilmeyen tüketim çılgınlığı..
Bunaltıcı, sıkıntılı kent yaşamınından doğaya göç...
Ben ilk Okan Bayülgen'in seslendirmesiyle duydum kitabı.
Beğendiğim bir sesten de dinleyince etkilendim..
Okan Bayülgen kitap seslendirmeye devam etmeli..
Kitap okumaya değer elbette..
Hatta ben gibi geç kalmayın..

Arka Kapak

Evrensel boyutlara ulaşmış ünüyle bugün dünya edebiyatının en büyük yazarlarından biri sayılan Goethe, henüz yirmi beş yaşındayken yazdığı Genç Werther'in Acıları'nda, kısa bir süre önce Charlotte adlı genç bir kadınla yaşadığı mutsuz ilişkiden yola çıkmıştı. Edebiyat dünyasına, karşılıksız aşk acısıyla intihara sürüklenen "romantik kahraman"ı armağan eden bu büyüleyici mektup-roman, şiirselliği ve yaşama tutkulu bakışıyla okurları mıknatıs gibi kendine çekmişti. Almanya'da dönemin gençliğini etkisi altına alan romanın bir çok kişinin intiharına neden olduğu, Werther'in giydiği mavi frak, sarı yelek ve çizmelerin o yıllarda moda haline geldiği, Napoleon'un bile kitabı sürekli yanında taşıdığı söylenir.

Son derece duyarlı ve tutkulu bir genç ressam olan Werther'in düşsel dostu Wilhelm'e yazdığı mektuplardan oluşan Genç Werther'in Acıları, edebiyatta akılcılığın yerini alan duygusallığın bir başyapıtıdır.

Altını çizdiklerim

"Kuşkusuz haklısın arkadaşım; eğer insanlar-niçin böyle yaratılmış olduklarını Tanrı bilir- imgelemleriyle geçmişteki kederin anılarını çağrıştırmak uğruna bu denli çaba gösterecekleri yerde, kayıtsız bir şimdi'ye katlansalardı, çektikleri acı daha az olurdu."

"Dünyadaki karışıklıklara yol açan şeyin, kurnazlık ve kötü niyetten öte, belki de yanlış anlamalar ve atalet olduğunu bir kez daha saptadım. En azından ilk ikisine daha az rastlanıyor."

"Günahlara dair vaazlar veriliyor, ama vaaz kürsüsünde, neşesizliği ortadan kaldırmak için çaba harcandığını hiç gözlemlemedim."

"Ayrıca yüreğimi değil, aklımı ve yeteneklerimi beğeniyor, oysa her şeyin kaynağı yürektir: tüm gücün, tüm mutluluğun, tüm kederin. Ah benim bildiklerimi herkes bilebilir, ama yüreğimdir yalnızca bana ait olan."

"Tanrının bize her gün sunduğu güzel şeylerin tadını çıkaracak kadar kalbimizin kapıları açık olursa, başımıza gelen kötü şeylere katlanacak gücümüz olur."

19 Eylül 2013 Perşembe

Herıld yani! I love 90's

seyret.us | dizi film izleme platformu http://seyret.us/site/#movie=doksanlar-6-bolum-720p-hd-tek-parca Doksanlar 6. Bölüm 720p HD Tek Parça Doksanlar 6. Bölüm 720p HD Tek Parça Dizisini Tek Parça butonuna basarak internet bağlantı hızınıza göre normal veya yüksek kalite (HD,SD) seçeneklerinde full olarak izleyebilirsiniz. Kullanmış olduğunuz Monitör/TV özelliklerine göre videoyu ekranın

Herıld yani tatlııım..
Doksanlarda çocuktuk biz..
Seksenlerin yapımcısı Birol Güven Doksanlar'ı duyurduğunda heyecanlanmıştım.
Eğer hikayeler de güzel seçilirse Seksenler kıvamında on numara beş yıldız bir dizi olur diye düşündüm.
Oyuncuları, müzikleri, kostümler, set derken epey uğraşılmış belli..
Slogan ise pek manidar "Sokakta oynayan son çocukların dizisi"....
90'larda çocuk olan birisi için aslında çok fazla hatıra var dizide..
Minik renkli kolonyalar, sarı telefon kulubeleri..
Saç şekli, aksesuar ve kıyafetler...
Çocukça abur cuburlar...

Peki ya şarkılar, ah o şarkılar.
Coşkun Sabah Anılaaaar...
Dizi yaza denk gelince bir kez olsun tam izleyemedim ta ki düne kadar..
İzledim de fena mı oldu? Şöyle zaman trenine binip gezdim çocukluğumda..
Sonrası mı?



İşte ilk aklıma gelenler..

Ağızda patlayan şekerler..Tombi, yumiyum şeker..
Cino..(ki geçen senelerde bizim mahalle bakkalında cinoyu yeniden gördüm ve aldım)
Capri-Sun, önce hüpletin sonra gümletin.
Tetris, gameboy..
Kokulu kağıtlar, silgiler..
Bol sıfırlı paralar..
Hey Corç versene borç olmaz maykıl bende de yok, Hakan Peker..
Onun arabası var, Mustafa Sandal..
Ben Sizin Babanızım, Barbaros Hayrettin.
Hadi hadi şeker, öptüm seni şeker, Bora Gencer..
Daha niceleri...

90'larda çocuk olmak güzeldi yahu!



















Tasolar, ateriler, walkman, kaset çalar ve kasetler..
Barış Manço, Adam Olacak Çocuk..
Susam Sokağı..Minik Kuş, Kurabiye Canavarı..
Power Rangers, Ninja Kaplumbağalar..
Taş Devri, Jetgiller..
Bizimkiler, Bir Demet Tiyatro, Tatlı Kaçıklar..
Çılgın Bediş, Yoncimik..
Tabi hatırlayamadığım, unuttuğum pek çok şey daha...

Elbette her dönemin bir güzelliği vardır da..
Çocukça anılar unutulmaz işte..

Heh..Birol Güven yaptı ya bunu..
Çok da iyi oldu..Teşekkürler.
Ha bi de, daha güzel olabilir mi?
Evet, çok daha iyisi olabilir..

18 Eylül 2013 Çarşamba

Tırtıl, tırtılın sonu pırpır kelebek..


























Ne çok severim bu şarkıyı..
Tırtıl, tırtılın sonu pırpır kelebek...
Ama mesele şarkı değil yine..
Müzik hep olsun da yanında bir şeyler de olsun..
İki dost muhabbeti..
Çay, kahve ama kurabiye de olsun..
Evet mesele "kurabiye", "tırtıl kurabiye"
Bu kurabiyeyi yapmayan bir ben kaldım sanırım..
Hem bereketli hem yapımı da oldukça basit..
Tarifi kurabiye kalıbının arkasından..
Ama internetten de doğrulattım..

Gelelim malzemelere

1/2 paket margarin
2 yumurta
2 çay bardağı şeker
1 çay bardağı sıvı yağ
1 paket kabartma tozu
1 paket vanilya
yeteri kadar un

Yapılışı

Tüm malzemeleri karıştırıp hamur yapalım. 
Tepsimize yağlı kağıt serelim.
Kalıbın içine hamurdan bir parça alıp bastıralım.
Tırtıl kurabiyelerimizi istediğimiz uzunlukta ve şekilde yapabiliriz. (düz, yuvarlak, dalgalı)
Önceden ısıtılmış fırında, 170 derecede, yaklaşık 15 dk (üzeri pembeleşene kadar) pişirelim.
Afiyet olsun..

7 Eylül 2013 Cumartesi

Midye Börek


Klasik tepsi böreklerinden çok sıkıldım.
Arada bir sigara, muska böreği olsa da daha değişik bir şeyler bulmak lazım..
Sonunda bir blogda gördüm bu tarifi..
Müthiş..
Şekli her ne kadar sıradışı görünse de yapılışı oldukça kolay..

Gerekli malzemeler
1 çay bardağı süt
1 yumurta
1 çay bardağı Sıvıyağ
3 yufka

İç harcı için
Peynir
Maydanoz

Yapılışı

Bir yufkayı 4 eşit parçaya bölün. Böldüğünüz yufkanın sivri ucu size baksın.
Yufkaya sütlü karışımdan sürün.
Daha sonra sivri ucundan başlayarak yukarıya doğru bir büzgü oluşturun.
İki kenarı üstüste getirip iç harcınızı koyun.
Sonra sigara böreği sarar gibi sarın..
Midye şeklimiz oluştu.
Üzerine yumurta sarısı sürüp, çörek otu/susam ekin.
Fırına sürün, üzeri kızarana kadar pişirin..
İşte bu kadar.
Artık misafirlerinizi şaşırtabilirsiniz.
Yalnız yufkanız ince olmalı..

Sonrası mı?
Erdal abi "çay bana"

Afiyet olsun...

6 Eylül 2013 Cuma

Haberin, haberin var mı?

İlk başta size bir Funda Arar şarkısı gibi gelebilir ama mesele o değil..
Nasıl yani diyorsunuz değil mi?
Mesele "kitap"
Şimdi sizlere internette gördüğüm "kitap kardeşliği" uygulamalarından söz etmek istiyorum..

Öncelikle çok sevdiğim ve uzun zamandır takip ettiğim bir uygulamadan bahsedeyim..
Bir kitap kurduysanız ve twitter kullanıcısıysanız "kitapokumakistermisin" i duymuşsunuzdur.
Duymayanlar için yenileyim "Kitap okumak ister misin?"
Kim istemez ki?
Bazen her kitabı almaya imkan bulamıyoruz..Yüksek kitap ücretleri malumunuz..
İşte Kitap okumak ister misin, tam da bu noktada devreye giriyor.





















Yanlış görmüyorsunuz, Her ay 33 kişiye ücretsiz kitap gönderiyorlar..
Kitapla birlikte iadenin nasıl yapılacağına ilişkin bir yazı ve örnek dekont fotokopisi gönderiyorlar. 2013 sonuna kadar da geri gönderim ücretleri onlara ait..
Okuyup belli bir süre içerisinde teslim edesiniz ki diğer insanlarda yararlanabilsin..
Ayrıca sitelerinde kitap değerlendirmeleri de mevcut...
Kitap yelpazeleri de oldukça geniş..
Twitter ve Facebook dan takip edebilirsiniz.



Bir diğer uygulamaya geçelim..
Parolaları "Kitap bu, rafta kalmamalı"
"Sosyal sorumluluk" projesi..
Sitenin işleyişi ise, elinizdeki kitabı kütüphaneye veriyorsunuz, kitabınız kontrol ediliyor, eğer başka insanlar tarafından okunabilecek durumda ise sistem size yolladığınız kitabın türüne göre kredi veriyor. Siz de verilen kredinin türüne uygun olarak kütüphanede bulunan başka bir kitabı alabiliyorsunuz.
İşte bu kadar basit.
Ayrıca istediğiniz kitabı bulamadınız, haber veriyorsunuz, istenen kitaplara kaydediyorsunuz, ve onlar gözden geçiriliyor..
KitapBu.org Sitelerine göz atın derim ben..
Ayrıca Facebook ve Twitter dan da ulaşabilirsiniz.

1 Eylül 2013 Pazar

Şerit poğaça



Kek, kurabiye börekten sonra şimdi sıra geldi poğaçaya.
Ben şimdiye kadar hiç hamur mayalamadım, bu da ilk oldu benim için :)
Hamur için çok fazla tarif var bloglarda ve yemek sitelerinde,
ben herkesin deneyip beğendiği ortalama bir tarif yakalamaya çalıştım..

Gerekli Malzemeler

1 su bardağı süt
1 su bardağı ılık su
1 su bardağı sıvı yağ
2 yemek kaşığı şeker
1 tatlı kaşığı tuz
1 kaşık kuru maya
1 yumurta(beyazı içine sarısı dışına sürülecek)
Aldığı kadar un

Üzeri için:
Susam, çörekotu

İçine:
Peynir, maydanoz

Yapılışı:




Mayayı ılık suda eritin. Ben pakmayanın kuru mayasını kullandım. 15 dk ılık suda beklettim.  Hamur için mayalı su, süt, yağ, şeker, tuz, yumurta beyazı karıştırın. Kulak memesi kıvamında hamur elde edene kadar un ilave edin. Yoğurma işlemi bittikten sonra mayalanması için bekleyin..Mayalandıktan sonra hamurdan yumurta büyüklüğünde bezeler kopartıp kahve fincanı tabağı kadar açın. Bir tarafına maydanozlu peynirli harç koyun. Diğer ucuna bıçakla üstteki resimdeki gibi yarım cm genişliğinde uzun çintikler atılıp sarın. İsterseniz uçları hafif ortaya doğru ay şeklinde kıvırın. Üstüne yumurta sarısı sürülüp isteğe göre susam, çörek otu serpin. 170 derecelik fırında üzeri kızarana kadar pişirin.

Not: Ben ilk kez hamur açıyorum, ilk şekil pek bir şeye benzemiyor farkındayım :)

Afiyet olsun..

30 Ağustos 2013 Cuma

İnsanlar gülümsesin diye!























Bir kaç gündür Instagram'da, Twitter'da Fındıklı'daki merdiven fotoğrafları görüyorum..
Gökkuşağı renkleriyle boyanan merdivenler...
Fikir 64 yaşındaki Orman Mühendisi Hüseyin Çetinel'e ait.
“İnsanlar buraya geldiklerinde gülümsesin istiyorum. Görenler fotoğrafını çekiyor, hepsinin yüzünden mutluluğu okuyorum.” demiş..
4 günde 200 merdiveni boyanmış...
Hafta başında "gri" merdivenler rengarenk iken şimdi yeniden "gri"ye dönmüş..
Kimin yaptığı da belli değil..
Gri yahu, hiç sevmediğim renk..
Dertleri LGBTnin simgesi olması mı acaba?
Doğada her şey renkliyken bu kasvet neden?
Doğada her şey renkliyken, renklere tahammülsüzlük neden..
Bırakın renkler özgür olsun..


23 Ağustos 2013 Cuma

Karadeniz'in İncisi "Sinop"


Sinop deyince aklınıza ilk ne geliyor?
Eşsiz denizi ve İnceburun..
Dünya'da sadece Sinop'da bulunan Hamsilos...
Sürgünlerin merkezi Tarihi Cezaevi..
Maket gemiler..
Sırık kebabı, mantı, nokul...
Erfelek Şelaleleri..
Nükleer santral..

Geçtiğimiz hafta Sinop'taydık..Ramazan Bayramından sonra dolan taşan sahiller yeni yeni durulmaya başladı...
Bize de ancak sıra geldi, biz de Karadeniz'in İncisi Sinop'u tercih ettik..
Esasında İzmir, Kuşadası, Marmaris, Bodrum kadar dolu olmasa da ağırlıklı olarak Orta, Batı Karadeniz ve İç Anadolu Bölgesi yakın olduğundan tercih ediyor ve hafta sonları dolu oluyor....
Sinop'un denizi arkadaşımın tarifi ile "çarşaf gibi", az dalgalı, denizin içi kumlu ve suyu temiz..
İlk gittiğimizde hava rüzgarlıydı, ama son iki gün müthişti..
Çeşme suyuna hasretiz ya, burada da çeşmeden su içilmiyor haberiniz olsun..

Sinop'a gidilirde merkezde tur atılmaz mı hiç?
Bulunduğumuz yerden dolmuşa binip merkeze geldik, halk otobüsü yok, yani ben görmedim..
Dolmuşlarda 10 dk lık  mesafeye 2,25 alıyor :) Öyle de bir şey var tabi..

Merkezde girişte Sinoplu Diyojen karşılıyor misafirini..
Gölge etme başka ihsan istemem senden diyor ya Diyojen biz de ilerliyoruz merkeze doğru..
Hemen ileride Sinop tarihi Cezaevi var..Cezaevi ile ilgili yazımı buradan okuyabilirsiniz..
Elbette müze de olsa cezaevi geziyoruz, insanın içi bir tuhaf oluyor..
Müzeden çıktıktan sonra merkeze doğru tarihi camiler ve türbeler de oldukça fazla..
Dar sokaklardan sahile inip marinanın orada bir salkım söğüt altındaki banka oturuyoruz biraz Sinop buradan da güzel..
Daha sonra sahildeki çay bahçelerinin bulunduğu bölgeden yürüyoruz.
Ne güzel çay bahçeleri, örtülerin rengine göre mekan seçebilirsin, zira her kafenin örtüsünün deseni aynı rengi farklı, çok sevimli ama...


Çay bahçeleri olur da simitçiler olmaz mı..Buranın simitleri ince ve halkası büyük :)
Hem Ankara Simidi gibi çok pekmezli de değil...
 
Parkta da Barış Manço Oyun parkı var...
Ve Barış abimiz sesleniyor...

"Çocuk
Ispanak yemeyi
Süt içmeyi
Dişlerinizi fırçalamayı 
Arabanın arka koltuğuna 
oturmayı ihmal etmeyin
Çünkü 
ben olmasam bile 
gözlerim sizin üzerinde
Olacak.."


Sinop da balık yenir esasında veya Sinop'a özel mantı..Bir tarafı cevizli, diğer taraflı yoğurtlu mantıları var..
Bir de nokul..(Üstte cevizli üzümlü nokul)

21 Ağustos 2013 Çarşamba

Sinop Tarihi Cezaevi


Deniz kıyısında, surlarla çevrili, özgürlüğe dalga kadar yakın.
Surlarıyla, kaçmanın imkansız, hikayeleriyle hasretin, acının, pişmanlığın, sefaletin sonsuz olduğu bir yer...


Evliya Çelebi Seyehatnamesi'nde Sinop Cezaevi'nden/zindandan bu şekilde bahseder...

"Büyük ve korkunç bir kaledir. 300 demir kapısı, dev gibi gardiyanları, kolları demir parmaklıklara bağlı ve her birinin bıyığından 10 adam asılır nice azılı mahkumları vardır. Burçlarında gardiyanlar ejderha gibi dolaşır. Tanrı korusun, oradan mahkûm kaçırtmak değil, kuş bile uçurtmazlar."


Sinop Cezaevi yaklaşık 13000 m² lik bir alanı kaplar. 1214 yılında şehrin Selçuklular tarafından alınışının anısına Sultan İzzettin Keykavus tarafından yaptırılan iç kale içinde yer alır. Cezaevini çevreleyen içkale 11 adet burç ile desteklenmiştir. Burçların yüksekliği denize hakim güney bedende 22 metreye kadar ulaşmaktadır. Sur bedenleri 18 metre yükseklikte 3 metre kalınlığındadır. Sur bedenlerinin ve burçların yapımı sırasında antik çağ mimari unsurları yoğun bir şekilde devşirme olarak kullanılmıştır. Bir nevi mimari parçaların bir araya toplandığı müze şeklindedir. 


---Zindan--

Zindanda ilk yatanlar 1560'lı yıllarda çıkan bir ayaklanmada yağmacılıkla suçlanan İbrahim ve Mehmet adlı iki şahıstır. Zindanların bir başka misafiri ise 1713'de Kırım Hanı "Devlet Giray" dır.




 Çocuk ıslah evinden kareler





Einstein ne güzel söylemiş..


Bu da tarihi cezaevi aracı
Ve son söz...


Kültür ve Turizm Bakanlığına bağlı olan Sinop Cezaevi Giriş ücretleri 5 TL dir.
Müzekart geçerlidir.

10 Ağustos 2013 Cumartesi

Titreyen Tatlı/Etimek Tatlısı


Babam titreyen tatlı der bu tatlıya, yani bize özel bir isim.
 Asıl ismi hepimizin bildiği etimek tatlısı. 
Ramazan'da yapmıştım bir iftar davetinde bu tatlıyı..
Diğer şerbetli tatlılara göre muhallebili olduğu için daha hafif oluyor..
Sütlü tatlılara göre de biraz şerbetli :)
Ama her an yapılabilecek kadar da kolay..

Gerekli Malzemeler

1 su bardağı şeker
1 su bardağı sıcak su
1 paket muhallebi
2,5-3 Su bardağı süt
Tuzsuz etimek

Yapılışı


1. Öncelikle bir tencereye şekeri döküyoruz, şeker eriyor, kahverengi bir renge dönüşüyor. 
2. Erimiş şekere yakmadan sıcak su ilave ediyoruz. Şerbeti kaynatıyoruz.
3. Başka bir tencerede de muhallebimizi yapıyoruz. Ben hazır muhallebi paketlerini kullandım ancak siz muhallebiyi evde kendiniz de yapabilirsiniz. 
4. Etimekleri borcama diziyoruz. 
5. Üzerine şerbetimizi döküyoruz.
6. Muhallebiyi de şerbetle yumuşamış etimeklerin üzerine döküyoruz.
7. Muhallebiyi spatula ile düzeltiyoruz. (belki buna gerek kalmayabilir sizde)
8. Üzerine tarçın/hindistan cevizi/antep fıstığı serpiyoruz.
9. Soğuyana kadar dışarda, daha sonra buzdolabında bekletiyoruz.
Afiyet olsun..

30 Temmuz 2013 Salı

Serenad-Zülfü Livaneli

Zülfü Livaneli
Doğan Kitap
481 s

"Eğer Nobel organizasyonun her yıl tek kitaba ödül verme lefleksi olsaydı Zülfü Livaneli'nin bu son romanı o ödülü oy birliği ile hak ederdi..Serenad, İtalyan yönetmen Giuseppe Tornatore'nin Cinema Paradiso filmi kadar duygu yüklü, nakış gibi işlenmiş bir roman...Öte yandan Steven Spielberg 'in Holocaust filmi kadar sert ve çarpıcı..." Selahattin Duman, Vatan

"Serenad yaşam musikisinin gür eseri. Bir sevgi çağrısıyla başlıyor, bir dokunaklı sonat gibi gelişiyor, bir çağın güçlü senfonisi olarak okurlarını büyülüyor. Bir Livaneli klasiği.."  Talat Halman

Her şey, 2001 yılının Şubat ayında soğuk bir gün, İstanbul Üniversitesi'nde halkla ilişkiler görevini yürüten Maya Duran'ın (36) ABD'den gelen Alman asıllı Profesör Maximilian Wagner'i (87) karşılamasıyla başlar.

1930'lu yıllarda İstanbul Üniversitesi'nde hocalık yapmış olan profesörün isteği üzerine, Maya bir gün onu Şile'ye götürür. Böylece, katları yavaş yavaş açılan dokunaklı bir aşk hikâyesine karışmakla kalmaz, dünya tarihine ve kendi ailesine ilişkin birtakım sırları da öğrenir.

Yüz binlerce okurun ellerinden bırakamadan okuduğu Serenad'da Zülfü Livaneli'nin romancılığının en temel niteliklerinden biri yine başrolde: İç içe geçmiş, kaynaşmış kişisel ve toplumsal tarihlerin kusursuz dengesi.

***

Maya Duran...
Nadia, Ayşe (Maya), Mari...
Farklı zamanlarda yaşamış 4 kadın..
ve Profesör Maximillian Wagner..

İstanbul Üniversitesinde halkla ilişkiler memuresi Maya Duran bir konferans için Amerika'dan gelen hukuk profesörü Wagner'i havaalanına karşılamaya gidiyor..Ve geçmişle yüzleşme başlıyor..

"İstanbul vefasız bir sevgiliye benzer."
"Sana hep ihanet eder ama sen yine de onu sevmeye devam edersin."

İstanbul'dan böyle bahsediyor Wagner...

"Fyodor Dostoyevski, insanın ancak acı çekerek olgunlaşacağını söyler. Bu açıdan İstanbul'un benim hayatımda çok önemli bir yeri var. Çünkü ben bu şehirde olgunlaştım.."

Aslında en başlarda bu derin sözlerden romanın ne kadar acı bir hikayeyi anlattığını anlaşılıyor.
Neler yaşamıştı acaba profesör İstanbul'da..Senelerdir içinden atamadığı, bir yara gibi taşıdığı şey neydi?
Tarihte çok fazla acı vardı, çok fazla hikaye, sürgünler, ihraçlar...
Bu topraklar, deniz nelere şahit olmuştu kim bilir..
Mavi Alay, Struma..
Ben çok etkilendim bu hikayeden...
Pek fazla detaya girmek istemiyorum okuyacaklar için.
Ama şiddetle tavsiye ederim. 5/5

Altını çizdiklerim...

"Bu dünyada sana kötülük yapmak isteyen insanlar çıkacak karşına, ama unutma ki iyilik yapmak isteyenler de çıkacak. Kimi insanın yüreği karanlık, kimininki aydınlıktır. Geceyle gündüz gibi! Dünyanın kötülerle dolu olduğunu düşünüp küsme, herkesin iyi olduğunu düşünüp hayal kırıklığına uğrama!"

"Her yolculuk bir kader birliğidir, ama insanlar bunu bilmiyor."

"Senden çalınabilen bilgi, senin bilgin değildir." (Haramibaşı)

"Başkalarının ekmeğinin ne kadar tuzlu, başkalarının merdivenlerinden çıkmanın ne kadar zor olduğunu göreceksin."

“Adil olanın pesinden gidilmesi doğrudur, en güçlünün peşinden gidilmesi ise kaçınılmazdır. Gücü olmayan adalet acizdir; adaleti olmayan güç ise zalim. Gücü olmayan adalete mutlaka bir karşı çıkan olur, çünkü kötu insanlar her zaman vardır. Adaleti olmayan güç ise töhmet altında kalır. Demek ki adalet ile gücü bir araya getirmek gerek; bunu yapabilmek için de adil olanın güçlü, güçlü olanın ise adil olması gerekir.
Adalet tartışmaya açıktır. Güç ise ilk bakışta tartışılmaz bir biçimde anlaşılır. Bu nedenle gücü adalete veremedik, çünkü güç, adalete karşı çıkıp kendisinin adil olduğunu söylemişti. Haklı olanın güçlü kılamadığımız için de güçlü olanı hakli kıldık.”

Yazarın diğer romanları için



27 Temmuz 2013 Cumartesi

Yaşamak şakaya gelmez!



Yaşamak şakaya gelmez,
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın 
bir sincap gibi mesela, 
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden, 
yani bütün işin gücün yaşamak olacak.
Yaşamayı ciddiye alacaksın, yani o derecede, 
öylesine ki, mesela, 
kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda, 
yahut kocaman gözlüklerin, 
beyaz gömleğinle bir laboratuvarda 
insanlar için ölebileceksin, 
hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için, 
hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken, 
hem de en güzel en gerçek şeyin yaşamak olduğunu bildiğin halde.
Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı, 
yetmişinde bile, mesela, 
zeytin dikeceksin, 
hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil, 
ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için, 
yaşamak yanı ağır bastığından.

Nazım Hikmet

****

Sonra da diyorum ki iyi Nazım var!

22 Temmuz 2013 Pazartesi

Pink Floyd'un kurucusu Roger Waters İstanbul'da, davetiye kazanma şansı Hürriyet Dünyası'nda!


Sizlere harika bir haberim var!

Şimdiye kadar yapılmış en büyük sahne gösterisi ile İstanbul’da 4 Ağustos akşamı hayranlarıyla buluşmaya hazırlanan ‘The Wall’ dev prodüksiyonu, izleyenlere unutamayacakları saatler yaşatacak görsel şovları ve tabii ki efsanevi müzisyen Roger Waters’ın adeta marş haline gelmiş parçaları ile İTÜ Stadyumu’nda olacak.

Pink Floyd’un kurucusu Roger Waters’ın albümleri ile aynı adı taşıyan ve konserde tüm ‘The Wall’ albümünün muazzam bir şölen ile gerçekleştireceği konser için şimdiye kadar eşi benzeri görülmemiş büyüklükte bir sahne ve Berlin duvarını temsil eden 110 metrelik bir duvar kurulacak. Roger Waters turneye adını veren o meşhur duvarı İstanbul’da 199. kez yıkacak. Daha önce benzeri görülmemiş özel efektlerle donatılmış duvarın gölgesinde ise  ‘’Another Brick in The Wall’ parçasını sürpriz bir ekip Roger Waters ile seslendirecek.

Şarkıları kadar görsel şovları, ışık sistemi ve seyircisini adeta şaşkına çevirecek daha bir çok sürprizi içinde barındıran konser için 140 tonluk prodüksiyon malzemesi İstanbul’a 75 tırla gelecek.

Şimdiden görmek için sabırsızlandığım bu eşsiz organizasyona katılmak için tek yapmanız gereken 30 Temmuz’a kadar www.hurriyetdunyasi.com adresine üye olmak/giriş yapmak. Başvuran her 100. kişiye olmak üzere, toplamda 5 kişiye çift kişilik davetiye hediye ediliyor.

Siz de benim gibi “Böyle konser bir daha gelmez” diyorsanız elinizi çabuk tutun ve hemen Hürriyet Dünyası’na tıklayın.

Bir bumads advertorial içeriğidir.

19 Temmuz 2013 Cuma

Yabancı-Albert Camus


Albert Camus- Yabancı
Can Yayınları
Roman
110 s.

Arka Kapak

Varoluşçu edebiyatın en önemli temsilcilerinden biri olan Albert Camus, politik söylemlerle sesini yükseltmedi ama fısıldayarak bile depremler yarattı, çağdaşlarını derinden etkiledi.

1942'de yayımlanan Yabancı, romancı, tiyatro yazarı ve düşünür olarak İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra yalnız Fransa'da değil tüm dünyada kuşağının sözcüsü ve yol göstericisi olarak kabul edilen Albert Camus'nün, ilk ve en çok ses getiren yapıtıdır. Romanda, bir Arap'ı öldüren ama bu suçtan çok, gerçek duygularını dile getirdiği ve toplumun istediği kalıba girmeyi reddettiği için dışlanan bir "yabancı" aracılığıyla, 20. yy insanının içine düştüğü yabancılaşma anlatılır. Bir türlü ele geçirilemeten "anlam'ın" sürekli aranışını, bilincin toplumdan ve dış dünyadan kopuşunu, topluma yabancı duran kahramanın çevresiyle ve toplumla arkasındaki çatışmayı anlatan roman, büyüleyici gücünü arka plandaki derin ve suskun acıdan alır. Camus, genç kahramanı Meursaulty'nın dış dünya ile arasına koyduğu mesafeyi, kendine ve topluma yabancılaşmasını büyük bir ustalıkla dile getirir.

****

ALBERT CAMUS, 1913 yılında Cezayir'de dünyaya geldi. Cezayir üniversitesi'nde sürdürdüğü felsefe öğrenimini sağlık nedenleriyle yarıda bıraktı. 1938'de Paris'e gitti, ilk yapıtları Tersi ve Yüzü ve Düğüm bu dönemde yayımlandı. Edebiyat dünyasına asıl girişini, 1942'de yayımlanan Yabancı adlı romanı ve Sisifos Söyleni başlıklı felsefi denemesi belirledi. Birbirini tamamlayan bu iki yapıtta, varoluşçu izler taşıyan "saçma" felsefesini geliştirdi. Başkaldıran insan, Yaz, Sürgün ve Krallık isimli eserleriyle hem edebiyat hem de düşünce alanlarında yetkinliğini kanıtladı. Mutlu Ölüm ve İlk Adam adlı romanları ölümünden sonra yayımlandı. 1957'de Nobel Edebiyat Ödülü'ne değer görülen ve bugün 20. yy edebiyat ve düşünce dünyasının en önemli adlarından biri kabul edilen Albert Camus, 1960 yılında bir trafik kazasında yaşamını yitirdi.

****

"Bugün annem öldü. Belki de dün, bilmiyorum." 

Kitap hakkında daha önce bir şeyler okumuşsanız kitabın kahramanı Meursaulty'nin pek de normal bir karakteri olmadığını öngörebilirsiniz..

İki bölümden oluşan kitap, ilk bölümde kahramanımızın annesinin kaldığı huzur evinde vefat etmesiyle başlıyor..Annesinin ölümüne verdiği tepki de toplumun geneline "yabancı" olduğunu gösteriyor..
Olaylara nesnel olarak bakan, nasıl olsa herkes bir gün ölecek diyerek içini rahatlatan bir kişilik çiziyor kahramanımız. Aslına bakarsanız tepki vermek demek illaki feryat figan etmek midir? Olaylara karşı kayıtsızlıkta bir tepki değil midir?


"Ne zamandır bana söyleyecek bir şeyi kalmamıştı, tek başına canı sıkılıyordu."


Adamda bizi rahatsız eden şey neydi? Ölümü sıradan bir olay olarak görmesi mi? Ölümü kabullenişi mi?

"Herkes bilir ki, hayat yaşamak zahmetine değmeyen bir şeydir, aslında 30 yada 70 yaşında ölmenin önemli olmadığını bilmez değildim, çünkü her iki halde de gayet tabii olarak başka erkekler ve kadınlar yine yaşayacaklar ve bu binlerce yıl devam edecektir."

Birazda Kafka'nın Dönüşüm'de Samsa'nın bir böcek olarak uyanmasında verdiği tepkiye benzer bir tepkidir Meursaulty'nin annesinin ölümüne verdiği tepki..

Hayata bu kadar kayıtsız olan, toplumun normlarının hayli dışında bir karakterle karşı karşıya kalmak nasıl bir duygu?

"Raymond arkadaşı olup olmak istemediğini sordu yeniden. Benim için fark etmediğini söyledim."

"Akşam, Marie beni görmeye geldi, kendisiyle evlenmek isteyip istemediğimi sordu. Benim için fark etmediğini, eğer o istiyorsa evlenebileceğimizi söyledim. O zaman da onu sevip sevmediğimi sordu. Ben de yine daha önceki gibi cevapladım, bunun bir anlamı olmadığını elbette onu sevmediğimi söyledim. "Öyleyse neden evleneceksin benimle?" dedi. Ben de ona bunun bir önemi olmadığını, ama o arzu ediyorsa evlenebileceğimizi anlattım. Zaten bunu isteyen oydu, bana düşen de evet demekti. O da evliliğin ciddi bir iş olduğunu belirtti. Ben "Yoo" diye cevap verdim. Bir an sustu, ses çıkarmadan yüzüme baktı. Sonra konuştu. Bilmek istediği tek bir şey vardı; aynı şekilde başka bir kadına bağlı olsam ve aynı teklif ondan gelse kabul eder miymişim. Ben de "Tabi!" dedim."

Sıradışı karakterimiz, ikinci bölümde bir rastlantı sonucu, bir Arap’ı öldürerek, kendisini adım adım infaza götüren süreci yine kayıtsız biçimde izler. 

"Benim davamı, beni işe karıştırmadan çözümlüyor gibiydiler sanki.."

Kitabın dili oldukça yalın..Kafka severlerin bu kitabı da beğeneceğine hiç şüphem yok..

Keyifli okumalar..

18 Temmuz 2013 Perşembe

Herkes okusun diye..


Kitapseverlerin dikkatine!!!
PTT Genel Müdürlüğü ile Kitap Bilgi Teknolojileri A.Ş. arasında yapılmış protokol kapsamında 
PTT artık kitabevi hizmeti de vermektedir..
Slogan "Herkes Okusun Diye"
10 TL üzeri kitap alışverişlerinde Kargo Bedava..
PTT şubelerinde de kitaplara rastlamak mümkün..
Ancak internette hem daha ucuz/indirimli hem de PTT Kargo güvencesiyle de geliyor..
Ben geçen hafta Cuma günü 2 kitap sipariş ettim..
Hafta sonuna denk geldiği için sanırım elime ulaşması uzun sürdü..
Kitaplar ayrı ayrı gönderildi, prensiplerimi böyledir bilmiyorum..
Aynı anda gönderselerdi tabi daha mantıklı olurdu..


İşte aldığım kitaplar...

1-Zülfü Livaneli -Serenad'ı okumayan bir ben kaldım sanırım..Kardeşimin Hikayesi çıkar çıkmaz aldığım için bu kitabı geç okuyor olmak dokunuyor tabi..

2-Can Dostum bana Sokak Kedisi Bob'u hatırlattı. Bakalım bu kitap nasıl?
Ayracına bayıldığımı belirtmeliyim..

Sizde
https://www.pttkitap.com/'dan rahatlıkla kitap siparişi verebilirsiniz..


Sabahattin Ali-İçimizdeki Şeytan


İçimizdeki Şeytan/Sabahattin ALİ
YKY
Roman
254 s.

Arka Kapak

"İsteyip istemediğimi doğru dürüst bilmediğim, fakat neticesi aleyhime çıkarsa istemediğimi iddia ettiğim bu nevi söz ve fiillerimin daimi bir mesulünü bulmuştum: Buna içimdeki şeytan diyordum, müdafaasını üzerime almaktan korktuğum bütün hareketlerimi ona yüklüyor ve kendi suratıma tüküreceğim yerde, haksızlığa, tesadüfün cilvesine uğramış bir mazlum gibi nefsimi şefkat ve ihtimama layık görüyordum. Halbuki ne şeytanı azizim, ne şeytanı? Bu bizim gururumuzun, salaklığımızın uydurması..İçimizdeki şeytan pek de kurnazca olmayan bir kaçamak yolu...İçimizde şeytan yok..İçimizde aciz var...Tembellik var...İradesizlik, bilgisizlik ve bunların hepsinden daha korkunç bir şey: hakikatleri görmekten kaçmak ihtiyadı var..."

Bu romanında, toplumsal gündemin kişilikler üzerindeki baskısını ve güçsüz insanın "kapana kısılmışlığını" gösteriyor Sabahattin Ali. 

Aydın geçinenlerin karanlığına, "insanın içindeki şeytan"a keskin bir bakış.

***

Kitap Selim İleri'nin müthiş bir ön sözüyle başlıyor..Ön sözde Selim İleri'nin Sabahattin Ali'yle nasıl tanıştığı ve Sabahattin Ali hakkındaki önyargılara değiniyor...

İçimizdeki Şeytan'ı okuduğumda, romana yönelik eleştirilerin hiçbirini okumamıştım. Bu yüzden de Sabahattin Ali'nin bir takım gerçek kişileri hedef aldığını bilemez ve düşünemezdim.

Sonradan öğrendiğime göre, İçimizdeki Şeytan'da, Peyamı Safa, Atsız gibi gerçek kişiler ağır ithamlarla yeriliyormuş. Bu türden sözlerin, söylentilerin geçersizliğini öğrenmek için de zamana ihtiyacım varmış: Bugün roman sanatının, "kurmaca'dan" ötesiyle değerlendirilemeyeceğini bildiğimden; ne Sabahattin Ali'nin eserinde Peyami Safa'yı ya da Atsız'ı görüyorum, ne de Atsız'ın eserinde Sabahattin Ali'yi.

Tam tersine, hem Atsız'ın hem Sabahattin Ali'nin gerçek yaşamda birer trajedi kişisi olduğuna inanıyorum. Dönemin müthiş baskısında, düşünsel inançları dolayısıyla handiyse cinnete sürüklenmiş kişiler.. Üstelik yalnızca ikisi de değil!..

İçimizdeki Şeytan bu açıdan bir ibret kitabı gibi okunabilir. Karanlık siyasetin insanları birbirlerine nasıl kırdırtabileceğine işaret eden pek çok sayfası vardır."Birey'in gelişmesini asla istemeyen bu siyaset, sürekli gözetim ve denetim altında tuttuğu "sürü'den" ayrılmak isteyenlere inanılmaz kertede merhametsiz davranmıştır. 

Romanda Ömer'in "büsbütün başka bir hayat" istemesi boşuna değildir. Büsbütün başka hayatı Ömer'den esirgeyen sadece içimizdeki şeytan olabilir mi?

****
Altını çizdiğim cümleler 

"Sanat bir ifadedir; her devir, her medeniyet başka türlü duyar ve pek tabii olarak başka türlü ifade eder."

"İnsanların en zayıf tarafları, sormadan, araştırmadan, düşünmeden, kafalarını patlatmadan inanmak hususundaki hayret verici temayülleridir."

"...Hiç bir şey üzerinde düşünmeye, hatta bir parçacık durmaya alışmayan gevşek beyinlerimizle kullanmaya lüzum görmeyerek nihayet zamanla kaybettiğimiz biçare irademizle hayatta dümensiz bir sandal gibi dört tarafa savruluyor ve devrildiğimiz zaman kabahati meçhul kuvvetlerde, insan iradesinin üstündeki tesirlerde arıyoruz."

****

Tavsiye edilir..Keyifli okumalar..

Yazarın diğer kitaplarına aşağıdaki linklerden ulaşabilirsiniz..




16 Temmuz 2013 Salı

Çocuklarınızı iyi yetiştirin..















Kızlarınızı iyi yetiştirin.
Kendi kendilerine yetmeyi öğretin.
Namuslu olmanın yürekten geçtiğini öğretin.
Evden çıkar çıkmaz ilk köşede eteğinin boyunu kısaltmasına gerek olmadığını öğretin.
İstediğini giymeyi öğretin.
İnsanın ahlakının sadece kendi beyninde olduğunu öğretin.
Kıskanılmanın sevilmeyle aynı olmadığını öğretin.
Kıskanılmanın güzel, saygısızlığın kötü olduğunu öğretin.
Beni çok kıskanır, dışarı çıkarmaz, şunu bunu giydirmez diyen adamla gurur duymamayı bunun aslında kendine hakaret olduğunu öğretin.
Arayıp neredesin; kiminlesin vs. diyen adama seni tanımadan önce nasıl davranacağımı bilmiyor muydum haddini bil demeyi öğretin.
Eşlerini aldatan erkeklerin yanındaki ikinci kadın olmamayı öğretin.

Oğullarınızı iyi yetiştirin.
Karşı cinse saygı duymayı öğretin.
Gece yarısı evine dönen kadının “aranmadığını” öğretin.
Bir kadının omzuna arkadaş olarak da sarılabileceğini öğretin.
Dokunmaktan korkmamasını öğretin.
Sevmenin değer verme olduğunu öğretin.
Sahip çıkmayla sahibi olmanın farklı olduğunu öğretin.
Bulunmaz hint kumaşı olmadıklarını; olsalar bile burun silinen mendillerinde kumaştan yapıldığını; hiç kimseyi küçük görmemeyi öğretin.
Ama bunları önce kendi içinizdeki çocuğa öğretin.

****

Sözlerin kime ait olduğunu bilmiyorum, İbrahim Tarhan'da yazılmış yazının altına Albert Einstein'da..
Kim söylemişse ne güzel söylemiş ama değil mi?

11 Temmuz 2013 Perşembe

Yaprağı yenen sebzeler çekiliş


Hanhildem ilk çekilişini yapıyor.
Semizotundan, Bürüksel Lahanasına, Ispanaktan, Maydanoza kadar bir çok yaprağı yenen sebzeler
hakkında bilgiler veren bu kitaba sahip olmak için 
son katılım 10 Ağustos
haydi sizde katılın :)

8 Temmuz 2013 Pazartesi

Tanrı Daima Tebdil-i Kıyafet Gezer


Arka Kapak 

En önemli şeyler kimi zaman hiç fark edilmeden geçip gidenlerdir.

Bir düşünün. İntihar etmek üzeresiniz. Bir adam hayatınızı kurtarıyor, ama karşılığında sizinle bir anlaşma yapıyor. Bundan sonra o ne söylerse sorgusuz sualsiz yapacaksınız. Kendi iyiliğiniz için... Çaresiz, kabul ediyorsunuz ve hayatınızın iplerini tıpkı bir kukla gibi başkasının ellerine bırakıyorsunuz. Ve hayatınız eskisinden çok daha güzel oluyor. Yine de şüpheleriniz var: Bu adam aslında kim? Çevresindeki gizemli kişilerin sırrı ne? Sizden aslında ne istiyor?

Tanrı Daima Tebdil-i Kıyafet Gezer, kendi kendimize koyduğumuz engelleri, korkularımızı ve önyargılarımızı nasıl aşacağımızın, kaderimiz sandığımız mutsuz bir yaşamı, bizi mutluluğa götüren bir yolculuğa nasıl dönüştüreceğimizin hikâyesi.


Bilmem kişisel gelişim kitapları okumayı sever misiniz? 
Benim kişisel gelişim alanında en son okuduğum ve en çok etkilendiğim kitap Ferrarisini Satan Bilge idi. 
Bu kitaba şansı biraz da o kitap yüzünden verdim.

Kitabımızın başkahramanı Alan..
İnsan kaynakları şirketinde çalışıyor ama memnun değil işinden son zamanlarda bir de kız arkadaşından ayrılıyor.
Anlayacağınız hayatı pek de yolunda değil. 
Tam da Eyfel Kulesi'nde intihar etmek üzereyken bir adamla (Dubreuil) tanışıyor, adam Alan'ı intihardan vazgeçiriyor tabi karşılığında tüm istediğini yerine getirmesini istiyor.
Çaresiz kabul ediyor Alan ve  kişisel gelişimi başlıyor.

Kahramanımız işe alıcı ya,

Kitapta iş için mülakata gireceklere de ait bilgiler de var :)

"Bir adayı kabul ettikten sonra, bir süre sessiz kalmak gerektiğini öğrendim. Eğer talibin kendisi söz alırsa, karşınızdakinin bir lider olduğuna kuşku yoktur. Kendisine söz
 verilmesini sabırla beklerse, çekinik tutumunun ardında, kuyrukçu biri olduğu kendini gösteriyor demektir. "

Dubreuil'le yaşam ilerliyor Alan için...
Biraz özgüven aşılanıyor Alan'a..
Benim için ise tam bir sıkılma anı, kaç kez bırakma düşüncesi...
Hadi biraz güzel söz yakalayım diyerek biraz sıkıntım geçti.

 "Dünyada görmek istediğimiz değişim biz olmalıyız..." Gandhi

"Çerçeve içinde kalarak akıl yürütürsen, herkesin daha önce düşünmüş olduklarından başka çözüm asla bulamazsın.Çerçeve dışına çıkmak gerekir..."

"İnsanları değiştiremezsin, biliyorsun. Onlara ancak bir yol gösterebilir, sonra da bu yola girme arzusu verebilirsin. "

 297'ye kadar sıradan giden kitabımız Dubreuil'in bir emiriyle az da olsa sıradanlıktan kurtuldu.

"Sana Dunker Consulting'in yöneticisi olmanı emrediyorum."

Yönetici oldu mu? 
Dubreuil hayatını neden kurtardı ve gerçekte kimdi?

Kişisel gelişim romanı sevenlere tavsiye edilebilir. 
Merak edenler için benim puanım 

4/10