UA-56156696-1 expr:class='"loading" + data:blog.mobileClass'>

30 Temmuz 2013 Salı

Serenad-Zülfü Livaneli

Zülfü Livaneli
Doğan Kitap
481 s

"Eğer Nobel organizasyonun her yıl tek kitaba ödül verme lefleksi olsaydı Zülfü Livaneli'nin bu son romanı o ödülü oy birliği ile hak ederdi..Serenad, İtalyan yönetmen Giuseppe Tornatore'nin Cinema Paradiso filmi kadar duygu yüklü, nakış gibi işlenmiş bir roman...Öte yandan Steven Spielberg 'in Holocaust filmi kadar sert ve çarpıcı..." Selahattin Duman, Vatan

"Serenad yaşam musikisinin gür eseri. Bir sevgi çağrısıyla başlıyor, bir dokunaklı sonat gibi gelişiyor, bir çağın güçlü senfonisi olarak okurlarını büyülüyor. Bir Livaneli klasiği.."  Talat Halman

Her şey, 2001 yılının Şubat ayında soğuk bir gün, İstanbul Üniversitesi'nde halkla ilişkiler görevini yürüten Maya Duran'ın (36) ABD'den gelen Alman asıllı Profesör Maximilian Wagner'i (87) karşılamasıyla başlar.

1930'lu yıllarda İstanbul Üniversitesi'nde hocalık yapmış olan profesörün isteği üzerine, Maya bir gün onu Şile'ye götürür. Böylece, katları yavaş yavaş açılan dokunaklı bir aşk hikâyesine karışmakla kalmaz, dünya tarihine ve kendi ailesine ilişkin birtakım sırları da öğrenir.

Yüz binlerce okurun ellerinden bırakamadan okuduğu Serenad'da Zülfü Livaneli'nin romancılığının en temel niteliklerinden biri yine başrolde: İç içe geçmiş, kaynaşmış kişisel ve toplumsal tarihlerin kusursuz dengesi.

***

Maya Duran...
Nadia, Ayşe (Maya), Mari...
Farklı zamanlarda yaşamış 4 kadın..
ve Profesör Maximillian Wagner..

İstanbul Üniversitesinde halkla ilişkiler memuresi Maya Duran bir konferans için Amerika'dan gelen hukuk profesörü Wagner'i havaalanına karşılamaya gidiyor..Ve geçmişle yüzleşme başlıyor..

"İstanbul vefasız bir sevgiliye benzer."
"Sana hep ihanet eder ama sen yine de onu sevmeye devam edersin."

İstanbul'dan böyle bahsediyor Wagner...

"Fyodor Dostoyevski, insanın ancak acı çekerek olgunlaşacağını söyler. Bu açıdan İstanbul'un benim hayatımda çok önemli bir yeri var. Çünkü ben bu şehirde olgunlaştım.."

Aslında en başlarda bu derin sözlerden romanın ne kadar acı bir hikayeyi anlattığını anlaşılıyor.
Neler yaşamıştı acaba profesör İstanbul'da..Senelerdir içinden atamadığı, bir yara gibi taşıdığı şey neydi?
Tarihte çok fazla acı vardı, çok fazla hikaye, sürgünler, ihraçlar...
Bu topraklar, deniz nelere şahit olmuştu kim bilir..
Mavi Alay, Struma..
Ben çok etkilendim bu hikayeden...
Pek fazla detaya girmek istemiyorum okuyacaklar için.
Ama şiddetle tavsiye ederim. 5/5

Altını çizdiklerim...

"Bu dünyada sana kötülük yapmak isteyen insanlar çıkacak karşına, ama unutma ki iyilik yapmak isteyenler de çıkacak. Kimi insanın yüreği karanlık, kimininki aydınlıktır. Geceyle gündüz gibi! Dünyanın kötülerle dolu olduğunu düşünüp küsme, herkesin iyi olduğunu düşünüp hayal kırıklığına uğrama!"

"Her yolculuk bir kader birliğidir, ama insanlar bunu bilmiyor."

"Senden çalınabilen bilgi, senin bilgin değildir." (Haramibaşı)

"Başkalarının ekmeğinin ne kadar tuzlu, başkalarının merdivenlerinden çıkmanın ne kadar zor olduğunu göreceksin."

“Adil olanın pesinden gidilmesi doğrudur, en güçlünün peşinden gidilmesi ise kaçınılmazdır. Gücü olmayan adalet acizdir; adaleti olmayan güç ise zalim. Gücü olmayan adalete mutlaka bir karşı çıkan olur, çünkü kötu insanlar her zaman vardır. Adaleti olmayan güç ise töhmet altında kalır. Demek ki adalet ile gücü bir araya getirmek gerek; bunu yapabilmek için de adil olanın güçlü, güçlü olanın ise adil olması gerekir.
Adalet tartışmaya açıktır. Güç ise ilk bakışta tartışılmaz bir biçimde anlaşılır. Bu nedenle gücü adalete veremedik, çünkü güç, adalete karşı çıkıp kendisinin adil olduğunu söylemişti. Haklı olanın güçlü kılamadığımız için de güçlü olanı hakli kıldık.”

Yazarın diğer romanları için



27 Temmuz 2013 Cumartesi

Yaşamak şakaya gelmez!



Yaşamak şakaya gelmez,
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın 
bir sincap gibi mesela, 
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden, 
yani bütün işin gücün yaşamak olacak.
Yaşamayı ciddiye alacaksın, yani o derecede, 
öylesine ki, mesela, 
kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda, 
yahut kocaman gözlüklerin, 
beyaz gömleğinle bir laboratuvarda 
insanlar için ölebileceksin, 
hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için, 
hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken, 
hem de en güzel en gerçek şeyin yaşamak olduğunu bildiğin halde.
Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı, 
yetmişinde bile, mesela, 
zeytin dikeceksin, 
hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil, 
ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için, 
yaşamak yanı ağır bastığından.

Nazım Hikmet

****

Sonra da diyorum ki iyi Nazım var!

22 Temmuz 2013 Pazartesi

Pink Floyd'un kurucusu Roger Waters İstanbul'da, davetiye kazanma şansı Hürriyet Dünyası'nda!


Sizlere harika bir haberim var!

Şimdiye kadar yapılmış en büyük sahne gösterisi ile İstanbul’da 4 Ağustos akşamı hayranlarıyla buluşmaya hazırlanan ‘The Wall’ dev prodüksiyonu, izleyenlere unutamayacakları saatler yaşatacak görsel şovları ve tabii ki efsanevi müzisyen Roger Waters’ın adeta marş haline gelmiş parçaları ile İTÜ Stadyumu’nda olacak.

Pink Floyd’un kurucusu Roger Waters’ın albümleri ile aynı adı taşıyan ve konserde tüm ‘The Wall’ albümünün muazzam bir şölen ile gerçekleştireceği konser için şimdiye kadar eşi benzeri görülmemiş büyüklükte bir sahne ve Berlin duvarını temsil eden 110 metrelik bir duvar kurulacak. Roger Waters turneye adını veren o meşhur duvarı İstanbul’da 199. kez yıkacak. Daha önce benzeri görülmemiş özel efektlerle donatılmış duvarın gölgesinde ise  ‘’Another Brick in The Wall’ parçasını sürpriz bir ekip Roger Waters ile seslendirecek.

Şarkıları kadar görsel şovları, ışık sistemi ve seyircisini adeta şaşkına çevirecek daha bir çok sürprizi içinde barındıran konser için 140 tonluk prodüksiyon malzemesi İstanbul’a 75 tırla gelecek.

Şimdiden görmek için sabırsızlandığım bu eşsiz organizasyona katılmak için tek yapmanız gereken 30 Temmuz’a kadar www.hurriyetdunyasi.com adresine üye olmak/giriş yapmak. Başvuran her 100. kişiye olmak üzere, toplamda 5 kişiye çift kişilik davetiye hediye ediliyor.

Siz de benim gibi “Böyle konser bir daha gelmez” diyorsanız elinizi çabuk tutun ve hemen Hürriyet Dünyası’na tıklayın.

Bir bumads advertorial içeriğidir.

19 Temmuz 2013 Cuma

Yabancı-Albert Camus


Albert Camus- Yabancı
Can Yayınları
Roman
110 s.

Arka Kapak

Varoluşçu edebiyatın en önemli temsilcilerinden biri olan Albert Camus, politik söylemlerle sesini yükseltmedi ama fısıldayarak bile depremler yarattı, çağdaşlarını derinden etkiledi.

1942'de yayımlanan Yabancı, romancı, tiyatro yazarı ve düşünür olarak İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra yalnız Fransa'da değil tüm dünyada kuşağının sözcüsü ve yol göstericisi olarak kabul edilen Albert Camus'nün, ilk ve en çok ses getiren yapıtıdır. Romanda, bir Arap'ı öldüren ama bu suçtan çok, gerçek duygularını dile getirdiği ve toplumun istediği kalıba girmeyi reddettiği için dışlanan bir "yabancı" aracılığıyla, 20. yy insanının içine düştüğü yabancılaşma anlatılır. Bir türlü ele geçirilemeten "anlam'ın" sürekli aranışını, bilincin toplumdan ve dış dünyadan kopuşunu, topluma yabancı duran kahramanın çevresiyle ve toplumla arkasındaki çatışmayı anlatan roman, büyüleyici gücünü arka plandaki derin ve suskun acıdan alır. Camus, genç kahramanı Meursaulty'nın dış dünya ile arasına koyduğu mesafeyi, kendine ve topluma yabancılaşmasını büyük bir ustalıkla dile getirir.

****

ALBERT CAMUS, 1913 yılında Cezayir'de dünyaya geldi. Cezayir üniversitesi'nde sürdürdüğü felsefe öğrenimini sağlık nedenleriyle yarıda bıraktı. 1938'de Paris'e gitti, ilk yapıtları Tersi ve Yüzü ve Düğüm bu dönemde yayımlandı. Edebiyat dünyasına asıl girişini, 1942'de yayımlanan Yabancı adlı romanı ve Sisifos Söyleni başlıklı felsefi denemesi belirledi. Birbirini tamamlayan bu iki yapıtta, varoluşçu izler taşıyan "saçma" felsefesini geliştirdi. Başkaldıran insan, Yaz, Sürgün ve Krallık isimli eserleriyle hem edebiyat hem de düşünce alanlarında yetkinliğini kanıtladı. Mutlu Ölüm ve İlk Adam adlı romanları ölümünden sonra yayımlandı. 1957'de Nobel Edebiyat Ödülü'ne değer görülen ve bugün 20. yy edebiyat ve düşünce dünyasının en önemli adlarından biri kabul edilen Albert Camus, 1960 yılında bir trafik kazasında yaşamını yitirdi.

****

"Bugün annem öldü. Belki de dün, bilmiyorum." 

Kitap hakkında daha önce bir şeyler okumuşsanız kitabın kahramanı Meursaulty'nin pek de normal bir karakteri olmadığını öngörebilirsiniz..

İki bölümden oluşan kitap, ilk bölümde kahramanımızın annesinin kaldığı huzur evinde vefat etmesiyle başlıyor..Annesinin ölümüne verdiği tepki de toplumun geneline "yabancı" olduğunu gösteriyor..
Olaylara nesnel olarak bakan, nasıl olsa herkes bir gün ölecek diyerek içini rahatlatan bir kişilik çiziyor kahramanımız. Aslına bakarsanız tepki vermek demek illaki feryat figan etmek midir? Olaylara karşı kayıtsızlıkta bir tepki değil midir?


"Ne zamandır bana söyleyecek bir şeyi kalmamıştı, tek başına canı sıkılıyordu."


Adamda bizi rahatsız eden şey neydi? Ölümü sıradan bir olay olarak görmesi mi? Ölümü kabullenişi mi?

"Herkes bilir ki, hayat yaşamak zahmetine değmeyen bir şeydir, aslında 30 yada 70 yaşında ölmenin önemli olmadığını bilmez değildim, çünkü her iki halde de gayet tabii olarak başka erkekler ve kadınlar yine yaşayacaklar ve bu binlerce yıl devam edecektir."

Birazda Kafka'nın Dönüşüm'de Samsa'nın bir böcek olarak uyanmasında verdiği tepkiye benzer bir tepkidir Meursaulty'nin annesinin ölümüne verdiği tepki..

Hayata bu kadar kayıtsız olan, toplumun normlarının hayli dışında bir karakterle karşı karşıya kalmak nasıl bir duygu?

"Raymond arkadaşı olup olmak istemediğini sordu yeniden. Benim için fark etmediğini söyledim."

"Akşam, Marie beni görmeye geldi, kendisiyle evlenmek isteyip istemediğimi sordu. Benim için fark etmediğini, eğer o istiyorsa evlenebileceğimizi söyledim. O zaman da onu sevip sevmediğimi sordu. Ben de yine daha önceki gibi cevapladım, bunun bir anlamı olmadığını elbette onu sevmediğimi söyledim. "Öyleyse neden evleneceksin benimle?" dedi. Ben de ona bunun bir önemi olmadığını, ama o arzu ediyorsa evlenebileceğimizi anlattım. Zaten bunu isteyen oydu, bana düşen de evet demekti. O da evliliğin ciddi bir iş olduğunu belirtti. Ben "Yoo" diye cevap verdim. Bir an sustu, ses çıkarmadan yüzüme baktı. Sonra konuştu. Bilmek istediği tek bir şey vardı; aynı şekilde başka bir kadına bağlı olsam ve aynı teklif ondan gelse kabul eder miymişim. Ben de "Tabi!" dedim."

Sıradışı karakterimiz, ikinci bölümde bir rastlantı sonucu, bir Arap’ı öldürerek, kendisini adım adım infaza götüren süreci yine kayıtsız biçimde izler. 

"Benim davamı, beni işe karıştırmadan çözümlüyor gibiydiler sanki.."

Kitabın dili oldukça yalın..Kafka severlerin bu kitabı da beğeneceğine hiç şüphem yok..

Keyifli okumalar..

18 Temmuz 2013 Perşembe

Herkes okusun diye..


Kitapseverlerin dikkatine!!!
PTT Genel Müdürlüğü ile Kitap Bilgi Teknolojileri A.Ş. arasında yapılmış protokol kapsamında 
PTT artık kitabevi hizmeti de vermektedir..
Slogan "Herkes Okusun Diye"
10 TL üzeri kitap alışverişlerinde Kargo Bedava..
PTT şubelerinde de kitaplara rastlamak mümkün..
Ancak internette hem daha ucuz/indirimli hem de PTT Kargo güvencesiyle de geliyor..
Ben geçen hafta Cuma günü 2 kitap sipariş ettim..
Hafta sonuna denk geldiği için sanırım elime ulaşması uzun sürdü..
Kitaplar ayrı ayrı gönderildi, prensiplerimi böyledir bilmiyorum..
Aynı anda gönderselerdi tabi daha mantıklı olurdu..


İşte aldığım kitaplar...

1-Zülfü Livaneli -Serenad'ı okumayan bir ben kaldım sanırım..Kardeşimin Hikayesi çıkar çıkmaz aldığım için bu kitabı geç okuyor olmak dokunuyor tabi..

2-Can Dostum bana Sokak Kedisi Bob'u hatırlattı. Bakalım bu kitap nasıl?
Ayracına bayıldığımı belirtmeliyim..

Sizde
https://www.pttkitap.com/'dan rahatlıkla kitap siparişi verebilirsiniz..


Sabahattin Ali-İçimizdeki Şeytan


İçimizdeki Şeytan/Sabahattin ALİ
YKY
Roman
254 s.

Arka Kapak

"İsteyip istemediğimi doğru dürüst bilmediğim, fakat neticesi aleyhime çıkarsa istemediğimi iddia ettiğim bu nevi söz ve fiillerimin daimi bir mesulünü bulmuştum: Buna içimdeki şeytan diyordum, müdafaasını üzerime almaktan korktuğum bütün hareketlerimi ona yüklüyor ve kendi suratıma tüküreceğim yerde, haksızlığa, tesadüfün cilvesine uğramış bir mazlum gibi nefsimi şefkat ve ihtimama layık görüyordum. Halbuki ne şeytanı azizim, ne şeytanı? Bu bizim gururumuzun, salaklığımızın uydurması..İçimizdeki şeytan pek de kurnazca olmayan bir kaçamak yolu...İçimizde şeytan yok..İçimizde aciz var...Tembellik var...İradesizlik, bilgisizlik ve bunların hepsinden daha korkunç bir şey: hakikatleri görmekten kaçmak ihtiyadı var..."

Bu romanında, toplumsal gündemin kişilikler üzerindeki baskısını ve güçsüz insanın "kapana kısılmışlığını" gösteriyor Sabahattin Ali. 

Aydın geçinenlerin karanlığına, "insanın içindeki şeytan"a keskin bir bakış.

***

Kitap Selim İleri'nin müthiş bir ön sözüyle başlıyor..Ön sözde Selim İleri'nin Sabahattin Ali'yle nasıl tanıştığı ve Sabahattin Ali hakkındaki önyargılara değiniyor...

İçimizdeki Şeytan'ı okuduğumda, romana yönelik eleştirilerin hiçbirini okumamıştım. Bu yüzden de Sabahattin Ali'nin bir takım gerçek kişileri hedef aldığını bilemez ve düşünemezdim.

Sonradan öğrendiğime göre, İçimizdeki Şeytan'da, Peyamı Safa, Atsız gibi gerçek kişiler ağır ithamlarla yeriliyormuş. Bu türden sözlerin, söylentilerin geçersizliğini öğrenmek için de zamana ihtiyacım varmış: Bugün roman sanatının, "kurmaca'dan" ötesiyle değerlendirilemeyeceğini bildiğimden; ne Sabahattin Ali'nin eserinde Peyami Safa'yı ya da Atsız'ı görüyorum, ne de Atsız'ın eserinde Sabahattin Ali'yi.

Tam tersine, hem Atsız'ın hem Sabahattin Ali'nin gerçek yaşamda birer trajedi kişisi olduğuna inanıyorum. Dönemin müthiş baskısında, düşünsel inançları dolayısıyla handiyse cinnete sürüklenmiş kişiler.. Üstelik yalnızca ikisi de değil!..

İçimizdeki Şeytan bu açıdan bir ibret kitabı gibi okunabilir. Karanlık siyasetin insanları birbirlerine nasıl kırdırtabileceğine işaret eden pek çok sayfası vardır."Birey'in gelişmesini asla istemeyen bu siyaset, sürekli gözetim ve denetim altında tuttuğu "sürü'den" ayrılmak isteyenlere inanılmaz kertede merhametsiz davranmıştır. 

Romanda Ömer'in "büsbütün başka bir hayat" istemesi boşuna değildir. Büsbütün başka hayatı Ömer'den esirgeyen sadece içimizdeki şeytan olabilir mi?

****
Altını çizdiğim cümleler 

"Sanat bir ifadedir; her devir, her medeniyet başka türlü duyar ve pek tabii olarak başka türlü ifade eder."

"İnsanların en zayıf tarafları, sormadan, araştırmadan, düşünmeden, kafalarını patlatmadan inanmak hususundaki hayret verici temayülleridir."

"...Hiç bir şey üzerinde düşünmeye, hatta bir parçacık durmaya alışmayan gevşek beyinlerimizle kullanmaya lüzum görmeyerek nihayet zamanla kaybettiğimiz biçare irademizle hayatta dümensiz bir sandal gibi dört tarafa savruluyor ve devrildiğimiz zaman kabahati meçhul kuvvetlerde, insan iradesinin üstündeki tesirlerde arıyoruz."

****

Tavsiye edilir..Keyifli okumalar..

Yazarın diğer kitaplarına aşağıdaki linklerden ulaşabilirsiniz..




16 Temmuz 2013 Salı

Çocuklarınızı iyi yetiştirin..















Kızlarınızı iyi yetiştirin.
Kendi kendilerine yetmeyi öğretin.
Namuslu olmanın yürekten geçtiğini öğretin.
Evden çıkar çıkmaz ilk köşede eteğinin boyunu kısaltmasına gerek olmadığını öğretin.
İstediğini giymeyi öğretin.
İnsanın ahlakının sadece kendi beyninde olduğunu öğretin.
Kıskanılmanın sevilmeyle aynı olmadığını öğretin.
Kıskanılmanın güzel, saygısızlığın kötü olduğunu öğretin.
Beni çok kıskanır, dışarı çıkarmaz, şunu bunu giydirmez diyen adamla gurur duymamayı bunun aslında kendine hakaret olduğunu öğretin.
Arayıp neredesin; kiminlesin vs. diyen adama seni tanımadan önce nasıl davranacağımı bilmiyor muydum haddini bil demeyi öğretin.
Eşlerini aldatan erkeklerin yanındaki ikinci kadın olmamayı öğretin.

Oğullarınızı iyi yetiştirin.
Karşı cinse saygı duymayı öğretin.
Gece yarısı evine dönen kadının “aranmadığını” öğretin.
Bir kadının omzuna arkadaş olarak da sarılabileceğini öğretin.
Dokunmaktan korkmamasını öğretin.
Sevmenin değer verme olduğunu öğretin.
Sahip çıkmayla sahibi olmanın farklı olduğunu öğretin.
Bulunmaz hint kumaşı olmadıklarını; olsalar bile burun silinen mendillerinde kumaştan yapıldığını; hiç kimseyi küçük görmemeyi öğretin.
Ama bunları önce kendi içinizdeki çocuğa öğretin.

****

Sözlerin kime ait olduğunu bilmiyorum, İbrahim Tarhan'da yazılmış yazının altına Albert Einstein'da..
Kim söylemişse ne güzel söylemiş ama değil mi?

11 Temmuz 2013 Perşembe

Yaprağı yenen sebzeler çekiliş


Hanhildem ilk çekilişini yapıyor.
Semizotundan, Bürüksel Lahanasına, Ispanaktan, Maydanoza kadar bir çok yaprağı yenen sebzeler
hakkında bilgiler veren bu kitaba sahip olmak için 
son katılım 10 Ağustos
haydi sizde katılın :)

8 Temmuz 2013 Pazartesi

Tanrı Daima Tebdil-i Kıyafet Gezer


Arka Kapak 

En önemli şeyler kimi zaman hiç fark edilmeden geçip gidenlerdir.

Bir düşünün. İntihar etmek üzeresiniz. Bir adam hayatınızı kurtarıyor, ama karşılığında sizinle bir anlaşma yapıyor. Bundan sonra o ne söylerse sorgusuz sualsiz yapacaksınız. Kendi iyiliğiniz için... Çaresiz, kabul ediyorsunuz ve hayatınızın iplerini tıpkı bir kukla gibi başkasının ellerine bırakıyorsunuz. Ve hayatınız eskisinden çok daha güzel oluyor. Yine de şüpheleriniz var: Bu adam aslında kim? Çevresindeki gizemli kişilerin sırrı ne? Sizden aslında ne istiyor?

Tanrı Daima Tebdil-i Kıyafet Gezer, kendi kendimize koyduğumuz engelleri, korkularımızı ve önyargılarımızı nasıl aşacağımızın, kaderimiz sandığımız mutsuz bir yaşamı, bizi mutluluğa götüren bir yolculuğa nasıl dönüştüreceğimizin hikâyesi.


Bilmem kişisel gelişim kitapları okumayı sever misiniz? 
Benim kişisel gelişim alanında en son okuduğum ve en çok etkilendiğim kitap Ferrarisini Satan Bilge idi. 
Bu kitaba şansı biraz da o kitap yüzünden verdim.

Kitabımızın başkahramanı Alan..
İnsan kaynakları şirketinde çalışıyor ama memnun değil işinden son zamanlarda bir de kız arkadaşından ayrılıyor.
Anlayacağınız hayatı pek de yolunda değil. 
Tam da Eyfel Kulesi'nde intihar etmek üzereyken bir adamla (Dubreuil) tanışıyor, adam Alan'ı intihardan vazgeçiriyor tabi karşılığında tüm istediğini yerine getirmesini istiyor.
Çaresiz kabul ediyor Alan ve  kişisel gelişimi başlıyor.

Kahramanımız işe alıcı ya,

Kitapta iş için mülakata gireceklere de ait bilgiler de var :)

"Bir adayı kabul ettikten sonra, bir süre sessiz kalmak gerektiğini öğrendim. Eğer talibin kendisi söz alırsa, karşınızdakinin bir lider olduğuna kuşku yoktur. Kendisine söz
 verilmesini sabırla beklerse, çekinik tutumunun ardında, kuyrukçu biri olduğu kendini gösteriyor demektir. "

Dubreuil'le yaşam ilerliyor Alan için...
Biraz özgüven aşılanıyor Alan'a..
Benim için ise tam bir sıkılma anı, kaç kez bırakma düşüncesi...
Hadi biraz güzel söz yakalayım diyerek biraz sıkıntım geçti.

 "Dünyada görmek istediğimiz değişim biz olmalıyız..." Gandhi

"Çerçeve içinde kalarak akıl yürütürsen, herkesin daha önce düşünmüş olduklarından başka çözüm asla bulamazsın.Çerçeve dışına çıkmak gerekir..."

"İnsanları değiştiremezsin, biliyorsun. Onlara ancak bir yol gösterebilir, sonra da bu yola girme arzusu verebilirsin. "

 297'ye kadar sıradan giden kitabımız Dubreuil'in bir emiriyle az da olsa sıradanlıktan kurtuldu.

"Sana Dunker Consulting'in yöneticisi olmanı emrediyorum."

Yönetici oldu mu? 
Dubreuil hayatını neden kurtardı ve gerçekte kimdi?

Kişisel gelişim romanı sevenlere tavsiye edilebilir. 
Merak edenler için benim puanım 

4/10

4 Temmuz 2013 Perşembe

Bana bir masal anlat baba, içinde tüm sevdiklerim...


Bu diziyi hatırladınız mı?
Mahallenin Muhtarları, Bizimkiler gibi bir fenomendi Süper Baba.
 Fiko, Nihat, Deniz, İpek, Sermet..Zeynep, Mine, Alim..
Cuma günlerini sabırsızlıkla beklerdik..
Fiko'nun ailesi, aşkları, Zeynep'in özgürlük mücadelesi, Nihat'ın kahvesi, Çengelköy ve esnaf muhabbetleri...




90'lı yıllar işte...Çocukluğum...

Her halde o dönem blok flütle Süper Baba'yı çalmayan kalmamıştır..

Anlatırken tut elimi
Uykuya dalıp gitsem bile
Bırakıp gitme sakın beni

Bana bir masal anlat baba
İçinde tüm sevdiklerim
İçinde İSTANBUL olsun

Tarihi Çınaraltı Aile Çay Bahçesini duymadıysanız ve duyup da gitmediyseniz bu yazım tam size göre...


İstanbul'da Çengelköy'de bir aile çay bahçesi Çınaraltı..
İsmini bahçedeki yaklaşık 800 yıllık çınardan almış..
Dizide Nihat'ın Kahvesinin bulunduğu yer...
Diziden sonra yıkılıp bu hali almış..
Fena da olmamış..


Dışarıdan içeçek getirmek yasak, çay içmeye gidiyorsunuz da!
Ama yiyecek serbest..


Dışarıda hemen girişte fırın var...Biz simitlerimizi alıp geçiyoruz çay bahçesine..
Hafta sonu gittiğinizde oldukça kalabalık oluyor..
İlk gittiğinizde gerilerden yer buluyorsunuz ama isterseniz ön taraflar boşaldığında denize yaklaşabilirsiniz.


Bunlar da kukumav kediler :)
Bizim de birbirlerinin de peşini bırakmıyorlar...
Pek tatlılar...

Ulaşım nasıl?

Üsküdar'dan 15B ile ulaşabilirsiniz..
Eminönü, İstinye'den belirli aralıklarla Çengelköy İskelesine vapur seferleri düzenlenmektedir.
Diğer ulaşım alternatiflerine buradan ulaşabilirsiniz.